Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar olup olmayacağı veya iktidara nasıl yürüyeceği, Türk siyasetinin kadim sorularından birisi. Akademisyen, yazar-çizer veya politikacı, her kim olursa olsun, hayatında en az bir kere bu soruya muhatap olmuş ve cevap bulmaya çalışmıştır. CHP, nasıl iktidar olabilir? Veya CHP'nin iktidar olması mümkün mü? Sonunda söylenecek olan sözü, başlangıçta söyleyeyim; kökeni Osmanlı'nın son dönemine kadar giden, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde ete kemiğe bürünen ve 1923 ile 1950 yılları arasında Tek Parti olarak ülkeyi yöneten CHP'nin yeniden iktidar olması oldukça güç. Hem Osmanlı'nın son ve Cumhuriyet'in ilk dönemindeki icraatları ekseninde oluşan tarihsel hafıza hem de çok partili hayata geçişten sonra ortaya koymuş olduğu siyasi pratikler, CHP'nin geleceğini ipotek altına almıştır. CHP'nin geleceği, bizatihi CHP'nin tarihsel, sosyolojik, siyasal ve zihinsel bagajının ağırlığı nedeniyle ipotek altındadır. Aslında CHP'de genel başkanlık koltuğuna oturan genel başkanların tamamı, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve son olarak Kemal Kılıçdaroğlu bu açmazın fazlasıyla farkındaydı. "Ortanın Solu", "Demokratik Sol", "Anadolu Solu", "Yeni Sol" veya "Yeni CHP" açılımı bu sorunun dışavurumu, bu soruya cevap bulma çabasıdır. Ancak 'değişen bir şey var mı' diye soracak olursanız, şunu açıklıkla ifade edebiliriz; ortada değişen pek bir şey yok, aynı tas aynı hamam.
Kılıçdaroğlu, Neden Başarısızlığa Mahkûm?
22 Mayıs 2010 tarihinden beri, CHP'nin genel başkanlık koltuğunda Kemal Kılıçdaroğlu var. "Yeni CHP" iddiası ile ortaya çıkan Kılıçdaroğlu, geçen on yıllık sürede CHP'nin kötü gidişatına müdahale edememiş ve tarihi tersine çevirmeyi başaramamıştır. Birçok kamuoyu araştırmasına göre, CHP'nin oyları ya erimeye devam etmekte ya da yerinde saymaktadır. Güven tesis edememiştir. Tablo böyle olmasına rağmen başını kuma gömen Kılıçdaroğlu, her seçim sonrasında kazandığını iddia etmektedir. "Seçimde milletvekili sayısını artıran tek parti CHP'dir. 6 ay gibi kısa bir sürede CHP 3,5 milyon yeni seçmen kazanmıştır. Bu yüzden moralimizi bozmayacağız", "Seçimin kazananı 'Demokrasi', mağlubu ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan", "Oy sonuçlarından memnunum, istifa etmeyeceğim" ve "CHP'yi diğer partilere benzetmeyin. Demokrasiyi bu ülkeye getiren partiyiz. Kurallar neyi gerektirirse, o kurallar aynen çalışır. Oyumuz arttı, milletvekillerimiz arttı ama kendimizi başarılı görmüyoruz. Bizden çok ilgili partilerin kendi alanına girer oy düşüşleri. Önümüzdeki süreçte oy alanımızı göreceğiz." Oysa rakamlar, yani seçim sonuçları Kılıçdaroğlu'nu yalanlamaktadır. Kılıçdaroğlu 12 Haziran 2011 tarihli genel seçimlerde yüzde 25,98, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde yüzde 24,95, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde yüzde 25,32 ve 24 Haziran 2018'de yapılan genel seçimlerde ise yüzde 22,65 oranında oy almıştır. Kılıçdaroğlu'nun ve CHP'nin son on yıllık siyasi performansı kabaca incelendiğinde ortaya çıkan tablo, partinin yüzde yirmi beş bandına sabitlenmiş olduğu gerçeğidir. Bu sonuç, CHP'nin iktidar koltuğuna oldukça uzak olduğunu söylemektedir. Ayrıca bu durum yeni de değildir; Türkiye'nin ilk demokratik seçimi olarak tarihe geçen 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde CHP'nin almış olduğu oy oranı yüzde 39,6'dır, tüm zorlamalara rağmen. Çok partili siyasi hayata geçişten itibaren CHP'nin siyasal performansı düşmeye devam etmektedir. Peki, hala kaybettiğini kabul etmeye yanaşmayan veya en iyi ihtimalle neyi kaybettiğini hatırlamayan Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin kaderini değiştirme ihtimali var mı? CHP, neden başarısızlığa mahkûm? Kılıçdaroğlu, CHP'nin makus talihini yenebilecek mi?
Öncelikle Kılıçdaroğlu'nun temel hatası ile sorularımıza cevap aramayalım; Kılıçdaroğlu, reel politik ittifakları, siyaset mühendisliğini, parmak hesaplarını hep politika üretmenin önüne koymuştur. Bir siyasi partinin varoluş gerekçesi olan içinde yaşadığı ülkenin sorularına zeitgeist'e uygun ve ülkenin tarihsel ve sosyolojik gerçekleri ile uyumlu politikalar üretmek yerine palyatif çözümler içeren politik bir simülasyon ortaya koymaktadır. Pandemi sonrası küresel piyasanın iyice daraldığı bir dönemde Kılıçdaroğlu'lu CHP'nin ekonomi-politiği nedir? Libya, Mavi Vatan, Suriye, Irak, Rusya, ABD ve dahası terör örgütü YPG konusundaki politik tutumu nedir? Modern vesayet aygıtları olan terör örgütleriyle nasıl mücadele edilecektir? Birbirinden siyasal, sosyolojik ve zihniyet itibariyle farklı olan ittifak partileriyle Türkiye'yi nasıl yönetecektir?
Aslında bu soruları şunun için soruyorum; lider merkezli siyasetin egemen olduğu bir ülke olan Türkiye'de Kılıçdaroğlu, siyasetin tüm alanlarında tutarsızlık ve çelişkiler sergilemektedir. Önce "Doğu Akdeniz'de zengin petrol var. Doğalgaz yatakları var. Amerika orada, Yunanistan orada, Kıbrıs Rum Yönetimi orada, Mısır orada, Katar orada, hepsi orada. Bir tek devlet yok, Türkiye. Niye yok?" diye sormuş ve kısa süre sonra "Bizim Libya'da ne işimiz var" ve "Mehmetçiğimizi Libya çöllerinden uzak tutun" diyerek Türkiye'nin Libya'daki varlığına karşı çıkmıştır. Dış politika alanındaki çelişkiler bununla da sınırlı değildir. YPG konusunda da benzeri bir tavrı ortaya koymuştur. YPG'lileri önce terör örgütü olarak değil de "vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşum" olarak gördüğünü itiraf eden Kılıçdaroğlu, kısa süre içinde çark etmiş ve YPG/PYD'nin terör örgütünü olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Kılıçdaroğlu, ülkenin temel sorunlarıyla hesaplaşan veya çözüm üreten bir program ortaya koymak yerine tehlikeli bir popülizmde karar kılmış görünmektedir. Hedef, CHP'nin tek başına iktidarı değil, müttefikleri bir arada tutarak iktidarı zayıflatmak.
Ecevit'in Gör Dediği…
Oysa Kılıçdaroğlu'nun görmesi gereken, siyasette değişimin ve yenilenmenin sembollerinden olan Bülent Ecevit'in siyasal yöntemi olmalıydı. Ecevit, CHP tarihi içinde değişimin ve dönüşümün ilk güçlü aktörüdür. CHP'yi halkın partisine dönüştürmeyi deneyen ve CHP'nin klasik tarzı siyasetinden ricat eden Ecevit, halkla sahici bağ kurmayı mümkün kılacak kanalları açmış ve o dönem Türkiye'sinin yakıcı sorunlarına karşı politika üretmiştir. Bu değişimin arka planında da 1950 ile 1970 yılları arasında yapılan seçimleri İnönü liderliğindeki CHP'nin kaybetmiş olması gerçeği yatmaktadır. Özellikle 1965 ve 1969 seçimlerinde alınan yenilgi karşısında Ecevit, politik manevralar yapmak yerine siyaset yapma biçimini değiştirmiştir. 14 Mayıs 1972 tarihinde İnönü'yü devirerek genel başkanlık koltuğuna oturan Ecevit, Parti'yi İnönü'nün "Ortanın Solu"ndan "Demokratik Sola" doğru kaydırarak bilinçli ve istikrarlı bir değişim hamlesi başlatmıştır. Ecevit'in hem 1965 yılından itibaren ortaya koymuş olduğu siyasi performans hem de Türkiye'nin ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarına karşı üretmiş olduğu politikalar, 1973 yılından itibaren de sonuç vermeye başlamıştır. 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçimlerde, oyların yüzde 33,3'ünü almıştır. Çok Partili siyasi hayata geçişten sonra CHP, ilk defa, oyunu yükselmiş ve seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak Ecevit'in CHP'si, 5 Haziran 1977 tarihinde yapılan genel seçimlerde zirveyi görmüştür. Bu başarının arka planında yaklaşık on yıllık sürede hazırlanan çözüm önerileri, Türkiye'nin sorunlarına çözüm üreten sahici bir program ve değişim iradesi bulunmaktadır. Siyasal değişimi gören seçmen, Ecevit'in CHP'sini prangalarından kurtarmış ve doğru politikalar üretildiğinde destek olacağını da göstermiştir. Böylece yüzde 41,3 oy alan Ecevit; imkansızı başarmış, CHP'yi zirveye taşımış ve kendini de Karaoğlan'a dönüştürmüştür.
Peki, ya Kılıçdaroğlu ne yapmaktadır? Yeni bir Karaoğlan efsanesi yaratmak arzusuyla yola çıkan Kılıçdaroğlu, maalesef, on yıl boyunca palyatif çözüm önerileriyle CHP siyasetinin koordinatlarını belirlemeye çalışmaktadır. Ne elle tutulur bir politika üretebilmiş ne de siyasete yeni bir ruh üfleyebilmiştir. Reel politik ittifaklarla Erdoğan'ın iktidarını zayıflatmaya ve doların dalgalanmasıyla siyaseti dizayn etmeye odaklanmıştır. Türkiye'nin sahici sorunlarına dair politika üretmekten oldukça uzaktır. Hem Millet İttifakı içinde kendini konsolide etmeye hem de İYİ Parti, Saadet Partisi, HDP, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi birbirinden her yönüyle farklı partileri parmak hesabıyla bir arada tutmaya çalışmaktadır. Türkiye'nin temel sorunlarına çözüm üreten bir programdan beslenmeyen, popülizmden nemalanan ve ekonomik şoktan rant devşirmeye çalışan bir siyasetin başarısızlığa mahkûm olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu siyaset biçiminin ortaya çıkarmış olduğu körlük, Kılıçdaroğlu'nu siyasi konkordato ilan etmeye kadar götürebilir. Dananın kuyruğu, 2023 seçimlerinde kopacak. Bizden söylemesi…