Türkiye, Meral Akşener ismini ilk defa 27 Mart 1994 tarihinde yapılan yerel seçimler öncesinde duydu. Süleyman Demirel sonrası Doğru Yol Partisi'nin genel başkanlık koltuğuna oturan "Maskeli Leydi" Tansu Çiller, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi için başkan adayı arayışındaydı. Taze kana ihtiyaç duyuyordu. Aranan isim sonunda bulundu; Meral Akşener… Akademisyendi. O tarihe kadar aktif siyasetin içinde değildi. Milliyetçiydi; liseden itibaren ülkücü hareketin içerisindeydi. DYP'den Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak gösterildi. Ancak oyların yüzde 19'unu alarak üçüncü olabildi. Girdiği ilk siyasi yarışta ilk yenilgisini de almış oluyordu. Ülkücü Akşener, DYP çatısı altındaydı artık. Bir taraftan Çiller'in kurucu başkanlığını yaptığı Zübeyde Hanım Şehit Analarını Koruma Vakfı'nda başkan yardımcılığı görevini yürütüyor diğer taraftan da DYP Kadın Kolları Başkanlığı'nı yapıyordu. Akşener'in 1995 ve 1999 tarihli Türkiye genel seçimlerinde yıldızı parlamaya devam etti ve DYP'den milletvekili seçildi. Sıkı Çillerciydi. Çiller ailesinin bir ferdi, Çiller'in sağ kolu ve danışmanı gibiydi. Herkesin gözü önünde Çiller'in kocası Özer Çiller'in elini öpmekte bir beis görmüyordu. Çiller, miting kürsüsünde konuşurken hazır ol vaziyetinde hazır kıta bekliyordu. Çiller'in hem öğrencisi hem de siyasi avukatı görünümündeydi. Çiller'in gölgesinde her geçen gün yıldızı parlamaya devam etti. 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta meydana gelen ve tarihe "Susurluk Skandalı" olarak geçen kazadan sonra Refah-Yol Hükümeti'nin İçişleri Bakanı olan DYP Elâzığ Milletvekili Mehmet Ağar'ın istifasının ardından sürpriz bir şekilde İçişleri Bakanlığı görevine getirildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın İçişleri Bakanı olma onuruna erişti, hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen. Çiller'in himmeti sayesinde İçişleri Bakanlığı gibi önemli bir görev Akşener'e veriliyordu.
Akşener, Neden Askere Selam Çaktı?
Türk tarihine kara bir leke olarak geçen 28 Şubat Post-Modern Darbe sürecinde Akşener İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturuyordu. Kamuoyunda "28 Şubat sürecinde orduyu karşısına almış" ve "askere karşı dik duruş sergilemiş" kişi olarak anılıyordu. Oysa gerçek, oldukça farklıydı. Ortaya çıkan görüntüler, Akşener'in askere kafa tutan bir yapısının olmadığını, askere kafa tutmadığını; aksine askerin önünde el pençe divan durduğunu ifşa etti. Hatta usta gazeteci Mehmet Ali Birand'a vermiş olduğu röportajda, 28 Şubat kararları için "Uygulanması gerektiğine gönülden inanıyorum, kıyafet yasası da uygulanacak" demiş ve Milli Güvenlik Kararları'nın doğruluğuna inandığı için imza attığını özellikle vurgulamıştı. Ona göre MGK Kararları zaten dayatma değildi.
Doksanlı yılların sonunda 28 Şubat'ın süregelen etkisiyle Çiller'li DYP, siyasal ağırlığını kaybetmeye başlamıştı. Parti, için için kaynıyordu. Milletvekilleri, ardı sıra istifa etmeye veya ettirilmeye başlandı. Çiller'in miadı dolmuştu, devrilmeliydi. Çiller ekolünden gelmekle gurur duyan Akşener de kervana katıldı. 18 Nisan 1999 seçimlerinde alınan yenilgiyi de gerekçe göstererek Çiller'i eleştirmeye başladı. Çiller'i devirmenin ve partiyi ele geçirmenin hesabını yapıyordu. Çiller'i yalancılık ve hırsızlıkla suçladı. Çiller burjuva kızı, kendi ise köylü kızıydı. Toplumun alt kesimlerinden oy alan DYP'yi bir köylü kızı olan Akşener yönetmeliydi. Ancak olmadı; savaşı Akşener kaybetti. Çiller'in bir dediğini iki etmeyen Akşener, önce Başkanlık Divanı'ndan istifa etti, ardından da görüşmeyi kesti. 2001 yılının temmuz ayında da DYP'den istifa etti.
Akşener Niçin Ülkücülükten Demokratlığa Döndü?
Bu tarihten itibaren Akşener, rotasını Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün önderliğini yaptığı Yenilikçiler hareketine kırdı. Yenilikçiler'in kuracağı partide yer alacağını kamuoyu ile paylaştı. Türkiye'nin kötü yönetildiğini söyledi. Yenilikçiler'in kuracağı partide liderlik sorunu olmayacağını belirtti. "Bizim iddiamız, yönetim anlayışının değiştiği şeffaf, katılımcı ve ortak aklın önde olduğu, bir kadro hareketi... Dolayısıyla bir liderlik sorunu yaşanacağını zannetmiyorum" dedi. Yenilikçi hareketin içindeydi. Ülkücülükten demokratlığaydı bu keskin dönüşü.
Milleti ve devleti kucaklayacak, siyasetin ve toplumun önünü açacak, Türkiye'yi geleceğe hazırlayacak bir siyasi harekete ihtiyaç vardı. Bundan dolayı Yenilikçi hareket ile birlikte olduğunu söyledi. Ancak Akşener'in Yenilikçi hareket ile olan ilişkisi de oldukça kısa sürdü; hepi topu 29 gün. "Yenilikçi hareketin, düşündüğüm ve hayal ettiğim Türkiye vizyonumla örtüşmediğini gördüm. Bu bakımdan, bu siyasi hareketle birlikte olmadığımı kamuoyunun bilgisine sunarım" diyerek parti üst yönetiminde görev alma beklentisinin boşa çıkmasının da etkisiyle yol ayırımına gitti. Denebilir ki, Akşener'in dönüşü oldukça profesyoneldi.
Akşener'in ihtirası bununla da bitmeyecekti. Bu kez direksiyonu kırdığı yer MHP olacaktı. Ülkücü kız baba evine dönüyordu. MHP'ye göz kırpma ve alttan alta yürüttüğü görüşmeler sonuç verdi. Ve nihayet 3 Kasım 2001 tarihinde MHP'ye katıldı. 2004 yerel seçimlerinde MHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı. Yüzde 4,1 gibi oldukça düşük oy oranıyla bir seçimden daha yenilgiyle çıktı. Demokratlıktan hızlı bir biçimde ülkücülüğe dönüş yapan Akşener, yenilgiyi sert söylemlerle bastırmaya çalıştı. AK Parti'yi milli değerlerde tahribat yapmakla suçladı; "AKP'nin milli değerlerde yaptığı tahribat, siyasetteki öncelikleri değiştirdi. Cumhuriyete ve temel değerlerine yönelik tehditlere karşı ortak paydalarda buluşmalar artmaya başladı." Demokratlıktan ülkücülüğe evrilen Akşener, 28 Şubat'tan alışkın olduğu vesayete bir kez daha selam durmaya, militarizme kapı aralamaya yüz tuttu. Dönemin darbecileriyle ağız birliği yapmışçasına onlarla aynı dili konuştu. Söylemler aynıydı, üslup aynıydı, konuşmaların dozu arasında bile neredeyse bir fark yoktu.
2007 yılında yapılan genel seçimlerde MHP İstanbul Milletvekili olarak yeniden TBMM'ye girdi. Bu sefer MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye oldukça yakındı; ona siyasi işler alanında başdanışmanlık yapıyordu. Parti içindeki etkisi de artıyordu. 2011 ve Haziran 2015 genel seçimlerinde de MHP İstanbul Milletvekili sıfatını korumayı başarmıştı. Partisinin TBMM Grup Başkanvekilliği görevini alması ile beraber, adından sıkça bahsedilen biri haline gelmeye ve Parti içerisinde öne çıkmaya başladı. Lider olmalı ve MHP'yi yönetmeliydi artık. Bahçeli eleştirilmeli ve gerekirse suçlanmalıydı.
Akşener'in Militarizmi…
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası düğmeye basıldı, MHP'den kopma süreci gerçekleşti. Tıpkı Çiller döneminde olduğu gibi, Bahçeli'ye de karşı çıktı, artık gözü yükseklerdeydi, MHP Genel Başkanlık koltuğu için mücadeleye girişti. Bahçeli ile kavgaya tutuştu. Kasım 2015 tarihinde yapılacak seçimler için hazırlanan MHP listesinde adı yoktu. Dimyat'a pirince giderken eldeki bulgurdan oluyordu. Sonunda Bahçeli'ye isyan bayrağını çekti. MHP içindeki Koray Aydın, Sinan Oğan, Ümit Özdağ gibi muhaliflerle beraber hareket ederek Bahçeli'ye karşı aday oldu. Olaylı kongre sürecinden sonra 8 Eylül 2016'da MHP'den ihraç edildi. MHP'nin ihraç kararına karşı açmış olduğu iptal davası, 15 Aralık 2016 tarihinde Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildi ve ihracı kesinleşti. Liderlik hevesi ve yönetme arzusu, bir kez daha kursağında kaldı Akşener'in.
25 Ekim 2017 tarihinde liderlik sultasından rahatsız olduğunu her platformda anlatan Akşener'in kendi liderliğinde İYİ Parti kuruldu. İP'in iddiası, milli merkez olmaktı. Partinin genel başkanlığını beklendiği gibi Akşener üstlendi. 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanı adayı olarak yarıştı; ancak yüzde 7,2 oy alarak bir kez daha kaybetti.
Akşener, ülkücülükten demokratlığa, demokratlıktan militarizme evrilmişti, şu sıralarda ise popülizmin önemli bir siyasi figür kazandığını kanıtlamakla meşgul.
Akşener'in Tarz-ı Siyaseti, Parti İçi İttifaklarla Lideri Devirmeye Çalışmak…
Akşener, hep lider olmayı, başbakan olmayı arzuladı. Önce Çiller'i, sonra da Bahçeli'yi devirmeye çalıştı. Yenilikçiler hareketinde lider kadro arasında yer almama ihtimali, onu oradan hızlıca uzaklaştırdı.
İYİ Parti'yi kurdu. Milliyetçi veya ülkücü bir kimlikle yola çıktı. Kurucuların ağırlığı, milliyetçi bir geçmişten geliyordu. Yolda ülkücüleri tasfiye etti. Sinan Oğan gitti, Ümit Özdağ gitti. Yusuf Halaçoğlu, Özcan Yeniçeri ve Nevzat Bor gitti. Askeri başdanışman emekli Tuğgeneral Ali Aydın da gitti. Hem de Akşener'in HDP'yi Kürtlerin temsilcisi olarak nitelemesine tepki göstererek gitti. Hülasa İYİ Parti, ülkücü veya milliyetçi kanattan gelen neredeyse tüm kurucularını kaybetti. Son olarak istifa edenlerden birisi de kurucular arasında yer alan Fatih Eryılmaz oldu. Eryılmaz'ın gerekçeleri, aslında Akşener'in nasıl bir siyaset tarzına sahip olduğunu ifşa eder nitelikte: "Kem aletle kemalat olmaz. Ortaya koydukları ilkeleri ilk kendileri çiğneyenler, çiğnedikleri ilkelerle beraber, ülkenin her yerinde bu harekete umut bağlayan masum insanların umutlarını da yok etmişlerdir. Söylemlerin ve eylemlerin taban tabana zıt bir hale geldiği bu tabloda ahlâklı ve ilkeli siyaset yapmanın imkânsız olduğunu üzülerek gördüm." Gerekçe; ahlaksız ve ilkesiz bir siyaset…
Peki tüm bunları neden anlatma ihtiyacı duydum? Öncelikle niyetim, Akşener'in siyasi biyografisini yazmak değil. Onun dönüşleri de aslında beni çok fazla ilgilendirmiyor. Çabam, Akşener'in siyasi dönüşleri üzerinden liderliğini ve Türk siyasetinde liderliği sorgulamak. Türk siyasetinde var olan ince hastalığı ortaya koymak.
Öncelikle Türkiye'de siyaset, lider merkezlidir. Vizyoner bir lider, bu ülkede siyasal ve toplumsal dönüşümü sağlayabilir. Türkiye'de seçmen, partiden öte büyük ölçüde lidere bağlıdır. Liderden hareketle oy kullanır, liderden hareketle partiyi destekler. Seçmene hangi partiye oy vereceği veya verdiği sorulduğunda, çoğunlukla parti isminden öte liderin ismini söylemekle yetinir. Lider faktörü, oy vermeyi etkileyen en önemli faktörler arasındadır. Liderin tavrına, davranışına, tutum ve söylemlerine göre seçmen tercihte bulunur; partiyi destekler veya desteklemez.
Herhangi bir siyasi lideri başarıya ulaştıran temel faktör ise ilkeli siyasettir. İlkeli siyaset, herhangi bir lideri başarıya ve tarihe taşır. İlkesiz bir siyaset ise eninde sonunda siyasi liderin ömrünü tüketir. Lider ve liderin kadrosu da bir siyasi hareketi başarıya ulaştırır. Başarı, ekip işidir, kadro işidir. Liderin vizyonunu hayata geçirecek bir kadro hem lideri hem ülkeyi geleceğe taşır.
Siyasi Aktör mü, Figür mü?
Türkiye'de siyasi liderlikle; liderin geçmişi, siyasi kariyeri, kişiliği, inançları, liderlik üslubu, yetenek ve stratejileri, ideolojisi ve amaçları ile Türkiye demokrasisine olan katkıları dikkat edilmesi gereken konuların başındadır. Liderin kökeni ve yetişme şartları, siyasete nasıl girdiği, siyasi kariyerindeki dönüm noktaları ve ayırt edici kişisel özellikleri Türk siyasetinde oldukça belirleyici olmuştur. Haydi, bu özellikler bağlamında Akşener'in siyasi dönüşlerini bir düşünelim ve sorgulayalım. Ortada bir siyasi liderlik mi var yoksa lider olma narsizmine kapılmış bir siyasi figür mü? Veya yola çıktığı tüm liderleri; Çiller'i, Yenilikçiler'i veya Bahçeli'yi yarı yolda bırakan Akşener, Millet İttifakı'nı ne zaman terk edecek? Millet İttifakı'nın omurgasını oluşturan Kemal Kılıçdaroğlu'nu ne zaman devirmeye çalışacak? Tüm bu soruların cevabı, Akşener'in dönüşlerinde saklı.