Türkiye'de en temel insan hakları hususlarında bile demokratikleşme niçin bu kadar gecikiyor? Olgun bir demokrasi açısından sorun başlığı altına bile girmemesi gereken konular niçin hâlâ çözülemiyor? Çok dinli ve çok dilli imparatorluktan ulus devlete her anlamda başarısız bir 'geçiş' yapmanın bedelini ödemeye devam ediyoruz. Türkiye'de demokratikleşme tedrici bir usulle hayata geçebiliyor. Bu durum müesses nizamın ideolojik ve kurumsal kodlarıyla birlikte çözülmesinin zaman almasından kaynaklanıyor. Demokratikleşme için düzenin normalleşmesi gerekiyor. Düzenin normalleşmesi içinse siyasi iradeye ihtiyaç var.
Oldukça sofistike şekilde farklılıkların var ettiği Osmanlı'dan bu toprakların yabancısı olduğu ilkel laik ulus devlet modeline geçişin ağır "haklar" faturası çıkarması kaçınılmazdı. Maalesef ortaya çıkan "Kemalist travma" geçen yüzyıl boyunca devletin de ideolojisine dönüşerek temel insan haklarını bastırma aracına döndü. Özellikle 1960 darbesi sonrası inşa edilen askeri- yargı vesayet rejimi yarım yüzyıl boyunca temel haklar konusunda ciddiye alınabilecek adımların atılmasını engelledi. İlk ciddi demokratikleşme dalgası ancak 2000'li yılların başlarında yaşandı. Şu hakikati de görmemiz gerekiyor: seküler ulus devlet ideolojisinin uyguladığı ağır toplumsal mühendislikle toplumu da ciddi anlamda dönüştürdü. Maalesef en temel insan hakları başlığı altında ele alınması gereken başlıklar toplumsal korkunun nesnesine döndüler. Faklı dil ve dinlerin varlığı sadece devlet nezdinde değil toplum içinde de tehdit olarak görülmeye başlandı. Bu durum ise siyasi partilerin demokratikleşme konusunda oldukça kötü bir karneye sahip olmalarına yol açtı. Çünkü her seferinde, bugün de olduğu gibi, en kestirme ve en güvenli yol olarak gördükleri 'korkuların' arkasına saklanarak taraftarlarının desteğini garanti altına aldılar.
2010 Anayasa referandumu ile birlikte düzenin normalleşmesi için büyük bir imkân doğdu. Müesses nizamın gerileme alanlarına ve takvimine paralel bir şekilde demokratikleşme adımları tedrici bir şekilde sürdü. Siyasi iktidar, takvim sorunsalı bir kenara bırakılırsa, hiç bir zaman demokratikleşme yolundan esaslı bir dönüş olacağı sinyali vermedi. Vesayet odakları, müesses nizam adına açıktan direniş göstermekte çekindiler. Özellikle TSK'nın yaşanan dönüşümü kendi için belli ölçüde bir normalleşme çıpası olarak kullandığı bile söylenebilir. Kriz anlarında en fazla istifa marifetiyle kenara çekilerek muhalefet ettiler. Yargı yaşanan dönüşümü ve 2010 anayasa halk oylaması sonucunda ortaya çıkan atmosferi zaman zaman umursamayarak sorunlu bir tablo çizdi. Özellikle yargı içindeki vesayet odakları anadilde savunmadan KCK davalarına, darbe davalarından MİT krizine kadar farklı başlıklarda normalleşmeye kast etmeye niyetli adımlar atmaktan çekinmediler. Siyasi iktidar yargı kaynaklı vesayet girişimlerine farklı yargı reformlarıyla cevap verdi. 2010 sonrası zuhur eden neo- vesayet girişimleri Taksim olayları sırasında ortaya çıkan "postmodern vesayet" kalkışmasına da her anlamda destek olmakta şüphe etmediler.
Paketin yansımaları
2013 demokratikleşme paketi yeni vesayet girişimlerinin tamamına bir cevap oldu. Kemalist travmanın en sorunlu dışavurum örneklerinden olan "andımız" tarih olurken, aslında Gezi sırasında zuhur eden Taksim nihilizminin liberaller tarafından ısrarla kamufle edilmeye çalışılan "motor gücün" amentüsü ortadan kaldırılıyordu. Başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla birlikte nefret suçlarıyla mücadelenin hukuki zemini oluşturulurken, asırlık jakoben projenin bitişinin başlangıcında olduğumuz ilan ediliyordu. Anadilde eğitimin özel okullarda önünün açılması, Kürt meselesinde doğrudan Kürtleri ilgilendiren "hak ihlalleri" dünyasının bitişine işaret ediyordu.
2013 demokratikleşme paketi sonrası ortaya çıkan bir diğer önemli sorun da Türkiye'de muhalefet ve demokratikleşme ilişkisidir. Milliyetçi Hareket Partisi bugüne kadar demokratikleşmenin yaşanmamasından dolayı itiraz edenlerin, özellikle Kürtlerin tepkilerini ve PKK varlığını kendi tabanına korku olarak tercüme ederek meclisteki varlığını teminat altına alabiliyordu. Bugünden sonra, MHP, bir süreliğine, elde edilen hakları tabanına "bir korku" unsuru olarak anlatarak meclisteki varlığını sürdürebilir. Bu sürenin ömrü de PKK'nın silahsızlanma süresine doğrudan bağlıdır. MHP, er veya geç, Türkiye'nin kimlikler üzerinden barometre partisi olmaktan çıkmak zorunda kalacaktır. CHP'nin mezkûr demokratikleşme paketiyle rekabet edebilmesinin tek yolu, yeni anayasa yazım sürecinde devrimci adımlar atarak ilk üç maddeden Türkiye'nin kurtulmasının önünü açmakla mümkündür. Aksi takdirde CHP, önümüzdeki dönemde hızla radikal-sol söylemin ne yapacağını tayin ettiği, bir merkez partiden ziyade üniversite kantininde bile marjinal bulunan bir kimliğe savrulmaya devam edecektir. BDP'nin son reform paketiyle birlikte oy aldığı Kürtlerin bizzat Kürt olmaktan kaynaklı neredeyse sıkıntı alanlarının kalmadığını fark etmesi gerekiyor. Silahsızlanmanın bir an evvel hayata geçmesi için motor güç olamadığı sürece BDP'nin CHP ile benzer bir kaderi yaşaması mukadderdir.