Geçiş dönemlerinde ortaya çıkan jeopolitik krizlerle, herhangi bir statükonun hüküm sürdürdüğü dönemlerde ortaya çıkan krizler arasında varoluşsal farklılıklar bulunmaktadır. 2010'dan beri Doğu Akdeniz'in tamamı jeopolitik bir deprem ve artçı sarsıntılarını yaşamaktadır. Tunus'ta başlayan siyasal kırılma, bir yıl gibi kısa bir süre zarfında bütün Doğu Akdeniz'i derinden sarstı. Suriye, Lübnan, Mısır, Libya ve Tunus doğrudan siyasal neticeler üretecek düzeyde cari düzenlerinin dağılışını izlediler.
İşgalin devam ettiği Filistin'de 2006'da seçilmiş hükümete karşı yapılan darbe, Lübnan'da ve Kıbrıs'taki siyasi krizi de dahil edince Doğu Akdeniz'de neredeyse üç yıl öncesinin statükosunu koruyan hiç bir aktör kalmamış oldu.
Bu durum krizlerin tabiatını da derinden etkilemektedir.
Öyle ki Doğu Akdeniz, Arap Baharı öncesinde de dünyanın en huzurlu veya istikrarlı bölgesi değildi. Yine farklı formlarda ve boyutlarda krizler yaşamaktaydı. Ama hiç birisi 2010 sonrası yaşanan siyasal tsunami gibi tek bir depremle her ülkenin kıyılarını bu kadar sert vurmamıştı. Asırlık bölgesel düzene yaslanan eski-statüko, 2010 I. Arap Baharı dalgasına, ilk cevabını, 2013 içinde verdi. 2013 içinde tecrübe edilen şey 'devrimci' geçiş dönemi içinde yaşanan derin bir krizdir. Dahası, tıpkı bir asır önce yaşandığı gibi, batının kolonyal savaşlarını bölgeye ihraç etmesine benzer şekilde, batı merkezli küresel düzenin yaşadığı tıkanma da bölgemize yansımaktadır. Sonuçta, çözülen statüko dönemlerinde ortaya çıkan krizlerin ilk neticesi olan belirsizliklerin tavan yaptığı bir ortamda 'yönetilemez süreçlerin' etkili şekilde önünün açılması olmaktadır. Mısır'dan Suriye'ye, Lübnan'dan Libya'ya, Tunus'tan Kıbrıs'a farklı formlarda benzer bir kriz yaşanmaktadır.
Ne eski statükonun devam etmesi mümkündür ne de yeni düzene geçiş.
Bugün verilen mücadele mezkûr siyasal araf döneminin ne kadar süreceğinin kavgasıdır.
Suriye, Doğu Akdeniz krizini, poststatüko döneminde en ağır şekilde yaşayan ülke konumundadır. Bu kriz iç içe geçmiş kaotik sorunlardan hem beslenmekte hem de korunmaktadır.
En geniş halkada küresel siyasal bunalım bulunmaktadır.
Küresel siyasi ve ekonomik belirsizliklerin artması, dünya sistemcilerin "Kontratief dalgalar" dedikleri hareketlenmelerin yoğunlaşması bunalımın bir yön bularak aşılmasını geciktirmektedir.
İkinci halkada ise her anlamda doğrudan krize gömülmüş olan bölgesel statüko bulunmaktadır.
Lidersiz, ideolojisiz ve örgütsüz halk hareketlenmeleri karşısında, bölgesel düzen, hızla savrulabilmiştir. İkinci halkadaki bölgesel statükonun bu kadar dayanaksız olması, en geniş halkanın geçen yüzyılda olduğu gibi açıktan koruma kalkanı sağlayacak güçte olmamasından kaynaklanmaktadır. Son halkada ise cari düzenler adına nöbetçi vazifesi ifa eden aktörler bulunmaktadır. Suriye krizinde bu role oturan Baas yönetimi çıkan isyanı bastıramamış, bir yıl içerisinde, kendi ülkesinde başka güçler adına vekâlet savaşı veren El-Kaide'den farksız konuma düşmüştür.
Baas rejimi açısından, kendisine isyan şartlarını müsait hale getiren küresel ve bölgesel düzen aynı zamanda çarpık bir ilişki düzeneği üzerinden koruma da sağlamıştır. Son bir kaç hafta içerisinde, ABD-Rusya üzerinden yeni bir safhaya geçen Suriye krizi aslında küresel ve bölgesel siyasal bunalımın en açık şekilde görülmesini sağlamıştır. Esed rejimini karşıtı ve dostu olduğu farz edilen iki pozisyon bir anda kendilerini aynı çizgide bulmakta gecikmemişlerdir.
Suriye rejiminin ve krizinin bir detaya dönüştüğü yeni durum, Esed rejimi üzerinden çözülmesi zor yeni bir sorunu da ortaya çıkarmıştır. Yani önümüzdeki dönemde Esed yönetimi iktidarını bıraksa bile Suriye üzerinden yaşanan bunalımın tabiatında ciddi bir değişiklik olmayacaktır.
Bu noktada siyasal süreçleri ve küresel kurumları anlamsızlaştıran 'Amerikan vazgeçilmezliği' asıl sorun olmaya devam edecektir. Küresel bir güç olan ABD'nin politikasızlık ve mütereddit aktör pozisyonunun devam etmesi birçok sorunda 'ne Amerikasız ne de Amerikayla' siyasal müdahale yapma imkânını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum ilk önce Afganistan ve Irak'ta ortaya çıkmıştı.
Amerikalı veya Amerikasız senaryoların düzen kurucu katkı yapmaması olan bu durum, yeni bir statüko veya kurucu siyaset ortaya çıkıncaya kadar da devam edecektir. Türkiye tam da bu makasta 'bir şeyler yapmaya' cesaret edebilen nadir aktörlerden olduğundan dolayı birçok tartışmanın ortasında kolayca kalmaktadır. Yeni statükoya giden yolda, Arap isyanlarının ikinci dalgası ilk çıkışından yapısal anlamda farklı olacaktır. I. Dalga ne kadar lidersiz, örgütsüz ve ideolojisiz idiyse; II.
Dalgada daha örgütlü, daha ideolojik ve liderliği olan akımlar göreceğiz. İlk imtihandan statüko lehine pozisyon alarak ağır bir meşruiyet krizine ram olan liberal, laik, milliyetçi ve Hıristiyan unsurlar yeni dönemde değişim dalgasında yer alıp alamayacaklarına kendileri karar verecek. Lakin I. Dalgada bu unsurları etrafında toparlama kabiliyeti sınırlı olan İslami hareketler de yeni dönemde toplumsal tabanı genişletme becerileri oranında eski düzeninin vesayetinin ne kadar süreceğini belirlemiş olacaklar.