7 Ekim sonrası sürecin ana aktörleri İsrail ve Filistin olsa da süreç aslında İran-İsrail arasında yıllardır devam eden örtülü ve dolaylı çatışmanın dinamiklerini değiştirdi. İki aktörü de doğrudan birbirine saldıracak şekilde karşı karşıya getirdi. Üstelik bu karşılaşmanın bölgesel bir savaşı tetiklemesini istemeyen üçüncül tarafların da diplomatik vasıtalarla ve sair önlemlerle müdahil olmalarına yol açtı. Böyle bir senaryo başta ABD olmak üzere Türkiye de dahil pek çok aktörün arzu etmediği bir ihtimal. Ancak ABD, İsrail üzerindeki baskı dozunu artırmazsa, bu ihtimalin gerçekleşmesini önleyecek bir engel ortada görünmüyor.
Son 1 yıldır Filistinlilere soykırım uygulayan İsrail, Hamas, Hizbullah ve Ensarullah ile eşitlediği İran'ın kıdemli askeri figürlerine de suikastlar düzenliyor. İran'ın Şam'daki elçilik binası da dahil Suriye'deki İran ile ilişkili hedefleri vuruyor. Ayrıca Haniye'yi Tahran'da hedef alırken Hizbullah lideri Nasrallah'ı da Lübnan'da öldürdü. Buna karşılık İran, Nisan ve Ekim aylarında düzenlediği doğrudan füze ve drone saldırılarıyla İsrail'i vurdu. İkinci saldırının dozu ilkinden yüksekti. İsrail de 26 Ekim'de resmen tarihinde ilk kez İran'ı füzelerle hedef aldı.
İsrail Saldırısının Politik Mesajı
Saldırının yapılış şekli ve kapsamı, bir siyasi iletişim biçimi olarak öne çıktı. Beklenenin aksine İsrail, petrol rafinerilerini ya da nükleer tesisleri hedef almadı. Eğer o çapta bir saldırı gerçekleşseydi İran'ın anında ve şiddetli bir misillemesi söz konusu olabilirdi. Böylece ABD de İsrail saflarında savaşa dahil olabilir ve bir kıyamet senaryosu hayata geçebilirdi. Ancak İsrail yalnızca 3 vilayetteki (Tahran, İlam ve Huzistan) askeri hedefleri vurdu. Öyle ki İranlı yetkililer ilk yaptıkları açıklamalarda saldırıyı etkisi bakımından tahfif ettiler. Hamaney, "saldırı ne büyütülmeli ne de küçük görülmeli" şeklinde bir açıklama yaparak İran'ın bir cevap verecekse bile acele etmeyeceğinin sinyallerini verdi.
Şüphesiz ki İsrail'in saldırının kapsamını ve yoğunluğunu sınırlı tutmasının bir mantığı var. ABD'nin diplomatik baskıları burada rol oynamış gibi görünüyor. ABD'li yetkililer, İsrail'e bölgesel savaşı tetikleyecek bir saldırıda bulunmaması yönünde aylardır telkinlerde bulunuyorlar. Saldırıdan hemen sonra da ABD'liler bu saldırıda yer almadıklarını açıklayarak İran'ın muhtemel bir misillemesinin hedefi olmak istemediklerini ve bu türden savaşı yayacak ihtimallere kapı aralamak istemediklerini gösterdiler.
İsrail'in saldırıyı sınırlı tutmasındaki ikinci sebep ise, belki beş sene önce olsa İsrail-İran çatışmasında İran'ın karşısında konumlanacak aktörlerin, İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi'nin pek çok ülkeyi kapsayan Ortadoğu ziyaretlerinde ortaya çıktığı üzere İsrail'in karşısında konumlanmalarıydı. Irakçi, ziyaret ettiği ülkelerdeki siyasi yetkililere, olası bir İsrail saldırısı durumunda hava ve kara sahalarını kullandırtmamaları, İran'a karşı İsrail'in yanında yer almamaları konusunda taleplerini iletti. İsrail'in bölgedeki aktörlerin desteğini sağlayamayacak olması da onu İran'a karşı sert bir müdahalede bulunmaktan alıkoymuşa benziyor.
Bölgede hiçbir aktör, İran-İsrail savaşı gibi bir senaryodan yana değil. İsrail'in saldırısını kınayan Ortadoğu ülkeleri arasında Suudi Arabistan, saldırıyı ilk kınayan ülkelerden biri olarak öne çıktı. Şüphesiz bu sürpriz bir gelişmeydi zira geleneksel olarak İran ve Suudi Arabistan arasında ciddi bir rekabet ve dolaylı çatışma söz konusuydu ve İsrail de sürekli bu durumu fırsat bilerek kendi siyasi pozisyonunu güçlendiriyordu. Ancak 2023 Mart'ındaki normalleşme anlaşmasından bu yana Riyad-Tahran hattında beklenmedik gelişmeler kendini gösterdi. Dış politikada partnerlerini ve kaynaklarını çoğaltmak isteyen Suudi Arabistan, İran ile yeni bir ilişki biçimi inşa ediyor. ABD ve İsrail'in geleneksel Ortadoğu siyasetini işlevsiz hale getiren bir yeni dinamik bu. Zira bu ülkeler İran yayılmacılığı endişelerini besleyerek Suudi Arabistan'a silah satıyorlar ve Suudi siyasetini etkiliyorlardı. Ancak artık bu formül işlemiyor gibi. Kızıldeniz'de İran-Suudi Arabistan ortak askeri tatbikatının konuşulması ise Ortadoğu'nun yepyeni bir jeopolitiğine gebe olduğunun habercisi.
Bir Sonraki Adımda Ne Olacak?
İsrail'in saldırısının ardından gözler İran'a çevrildi ve nasıl bir misillemede bulunacağı konuşulmaya başlandı. Hatta bu saldırının misilleme gerektirmeyecek seviyede bir saldırı olduğunu söyleyenler bile oldu. Açıkçası ben öyle düşünmüyorum. İsrail saldırısının yol açtığı askeri hasarı bilmemize, medya sansürü sebebiyle imkan yok. Aynı durum İran'ın İsrail'e 1 Ekim'de düzenlediği saldırı için de geçerli. Ancak bu son saldırıda 4 İran askerinin hayatını kaybettiğini biliyoruz. Bu işin askeri kayıp boyutu.
Diğer taraftan İran-Irak Savaşı'ndan bu yana ilk kez İran toprakları yabancı bir devlet tarafından doğrudan hedef alındı. İran'ın başkenti bombalandı. Bu duruma tepki göstermemek, hava ve kara egemenliğinin çiğnenmesine göz yummak, hiçbir devletin kaldırabileceği bir yük değil. Devletler, güçleri oranında egemenliklerinin çiğnenmesini normalleştirmeme adına böylesine tecavüzlere yanıtlar verirler. İran da şüphesiz bir yanıt verecek. Bu yanıtın kapsamının ne olacağı ve İsrail'i başka bir saldırı için tetikleyip tetiklemeyeceği asıl soru. Elbette 4 Kasım ABD Başkanlık Seçimlerinin sonucu da İsrail'in eylemlerinde belirleyici olacak. Bekleyip göreceğiz.