İran bir kez daha İsrail'in provokatif suikastları karşısında zor bir ikilem ile karşı karşıya: Misilleme yapmak ya da yapmamak. Aslında İran her durumda bir misilleme yapacak. Bir diğer ifadeyle misillemede bulunduğunu söyleyecek. Ancak bunun görünen ve görünmeyen kısımları tartışmalı olacak. Tıpkı Devrim Muhafızların Ordusu (DMO) yetkililerinin "7 Ekim aslında Kasım Süleymani'nin intikamıydı" açıklamaları gibi. Süleymani'nin ABD tarafından Irak'ta öldürülmesi sonrası da İran tarafı binlerce intikam sözü vermiş, ancak görünen ve etkili bir misilleme bir türlü gelmemişti. Daha sonra DMO tarafından yukarıdaki açıklama yapılmış fakat bu da Hamas tarafından reddedilmişti. Dolayısıyla İran'ın bölgesel siyaseti ve "direniş ekseni" gruplarına verdiği mutat desteğini, ABD'ye karşı zamana yayılmış "sabırlı ve akıllı" bir misilleme olarak sunma gayreti, şok edici ve etkili bir saldırı beklentisine karşılık tatmin edici bulunmamıştı.
Nisan ayında İran'ın Şam'daki konsolosluk binasının vurulmasının ardından ise tarihinde ilk kez İran, İsrail'e doğrudan saldırdı. Bu saldırı, pek çok açıdan önemliydi. Sembolik anlamı sahada hasar verdirme amacına baskın gelen bu saldırıda İran, İsrail'i doğrudan vurabilme kapasitesini göstermiş oluyor, eski füze ve drone stoklarını eritirken İsrail'in savunma örüntüsünü de keşfediyordu. İsraillilerin sığınaklara akın edip saatlerce "ha vurdu ha vuracak" kabilinden yaşadıkları kaygılar da psikolojik savaş boyutu olarak değerlendirilebilir.
İsmail Haniye suikastı sonrasında da İran misilleme yapmak ve yapmamak arasında gelgit yaşıyor. Askeri elitler ve muhafazakar cephe, sert bir karşılık verilmesini savunurken, daha pragmatik düşünen elitler ve yeni işbaşına gelen Mesud Pezeşkiyan hükümeti ise ölçülü ve zamana yayılan bir yanıtın verilmesini savunuyorlar. İran için bu suikastın pek çok açıdan olumsuz etkisi bulunuyor. Konuk bir siyasetçinin güvenliğini sağlayamamak, İran için büyük bir utanç. Diplomatik açıdan güvenli bir bölge olmama imajı, İran'ın dış ilişkilerini yaralayacak ve bu hadisenin hesabı sorulmadığı takdirde de İran ile yakın ilişkilere sahip aktörlerce derin kuşkulara sebep olacak. Aynı zamanda İran'ın güvenlik zafiyetinin boyutları ve İsrail'in istihbarat operasyonları karşısındaki zayıflığının ortaya çıkarılması bir diğer olumsuz durum olarak görünüyor.
İran'ın caydırıcılığını yeniden tesis edebilmesi, destek verdiği ve yönlendirdiği "direniş ekseni" örgütlerince otorite ve saygınlığını koruyabilmesi için bir cevap vermesi gerekiyor. Süleymani suikastı sonrası İran'ın dişe dokunur bir karşılık verememesi Haşdi Şabi örgütlerince hayal kırıklığı ile karşılanmıştı. Zira Ebu Mehdi el-Mühendis de Süleymani'nin yanı başında öldürülen bir diğer önemli Iraklı komutandı. İran'ın kendisine müzahir gruplarca güvenilirliğini kaybetmemek adına bir cevap üretmesi gerekiyor. Ancak bu cevabın niteliği ve zamanlaması önemli.
İsrail'in 7 Ekim sürecinin en başından itibaren İran'ı bir bölgesel savaşa çekmeye çalıştığı ve ABD'nin müdahalesini de oldubittiye getirmek istediği biliniyor. Bu yüzden birbiri ardına suikastlar ve uluslararası hukuku hiçe sayan saldırılar ile İran tarafından sert bir reaksiyonu tetiklemeye çalışıyor. İran'ın bu noktada bir karar vermesi ve İsrail'e vereceği karşılığı ayarlaması gerekiyor. İran ve ABD, bölgesel savaş istemediklerini açıkça beyan ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Ancak Haniye suikastı, İran'ı son derece zor bir pozisyona soktu. Savaşa sebep olmayacak derecede ancak Nisan ayındaki misillemesinden daha sert bir karşılık vereceği tahmin ediliyor. Bu karşılığın Ensarullah, Hizbullah ve Haşdi Şabi grupları ile koordineli ve birden fazla cephe içerecek bir saldırı olması muhtemel.
Çok Taraflı İlişkiler ve Geniş Jeopolitik Bağlam
ABD tarafının İran'a sert bir karşılık vermemesi yönünde baskı yaptığı malum. İran'ın ABD ile arka kapı diplomasisi işlettiği ve birtakım pazarlıkların yapıldığı da tahmin edilebilir. Çoğu zaman savaşın kendisinden çok savaş tehdidi, aktörleri belirli pozisyonları almaya iter ve tarafların üzerinde mutabık oldukları bir zemin ortaya çıktığı takdirde savaş riski de ortadan kalkar. Yani ABD tarafının gerçekten İsrail'i kontrol edememesi mümkün olduğu gibi "kontrol edemiyorum!" algısı ile İran üzerinde baskı kurmaya çalışması da olası. Gerçeğin ne olduğunu muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak İran-ABD arasındaki etkileşimin, İran'ın misillemesinin ayarına etkide bulunduğu bir gerçek.
İran tarafı, misillemesinin psikolojik boyutunu işletmeye ise çoktan başlamış görünüyor. Birbiri ardına ilan edilen NOTAM'lar, orduda hareketlilik ve sınır bölgelerine askeri konuşlanma, bir şeylerin yaklaştığı intibasını uyandırıyor. Öte yandan Rusya'dan İran'a yapılan askeri sevkiyatlar da meselenin daha geniş bir jeopolitik bağlamda okunması gerektiğini hatırlatıyor. Pakistan'ın İsrail ile savaş durumunda İran'a balistik füze sağlayacağını söylemesi de öyle. Birkaç ay önce İran ve Pakistan arasında yaşanan ciddi kriz anımsandığında, böylesi bir dayanışma mesajı tarihsel jeopolitik blokların kuvvetine dair bir hatırlatma aynı zamanda. Ayrıca İsrail'in arkasındaki ABD desteğine karşılık İran'ın da yalnız olmadığı mesajı. Bu da psikolojik savaşın önemli bir detayı.
Kendisini oldukça sert bir jeopolitik denklem içerisinde bulan çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, stratejik konularda yardımcılığını yapması için görevlendirdiği Cevad Zarif ile birlikte İran'ın misillemesinin dozunu düşürmeye çalışıyor. Bölgesel bir savaş, İran'ın katlanmak istemediği bir maliyet üretecek. Ancak Pezeşkiyan'ın işi kolay değil. İsrail'in her yeni saldırısı, Pezeşkiyan'ın da elini kolunu bağlıyor. Bu bağlamda ılımlı ya da reformist bir siyasetin de yaşama şansı düşük. Yalnızca İran bağlamında değil; İsrail'in sınır tanımaz, hukuk bilmez katliamları karşısında bölgede herhangi bir mutedil siyasi yaklaşımın yaşama şansı bulunmuyor. Bu sebeple İran'ın önünde sonunda sert bir karşılık vereceği söylenebilir. Aksi takdirde İran siyasal sisteminin de yaşama şansı çok zayıf. Zira sistemin en önemli güç kaynaklarından birini Kudüs ideali ve İsrail karşıtlığı oluşturuyor.