Ortadoğu'da normalleşme rüzgarları esmeye devam ediyor. İsrail'in Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn tarafından diplomatik olarak tanınması sonucunu üreten İbrahim Anlaşmaları ile ivme kazanan süreç, Joe Biden'ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından Katar'a yönelik ambargonun kaldırılması ve Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve İsrail'in Türkiye ile ilişkilerinde normalleşme yönünde karşılıklı adımlar atılmasıyla devam ediyor. Öte yandan Ortadoğu'nun önemli aktörlerinden İran da bir taraftan Viyana'da devam eden nükleer müzakereler yoluyla Batı dünyasıyla yumuşamaya çalışırken diğer taraftan bölgesel düzeyde de Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışıyor.
Donald Trump döneminde İran'a yönelik yaptırımların yeniden uygulanmaya başlanması üzerine, ekonomisinin belkemiğini oluşturan petrol gelirlerinin büyük bir kısmını kaybeden İran, Covid-19 pandemisinin de etkisiyle oldukça zor zamanlar geçirmiştir. Pandeminin büyük oranda sona ermesine ve petrol ticaretinin hacminin -Joe Biden yönetiminin de göz yummasıyla- yeniden artmasına karşılık İran ekonomisindeki daralma ve kriz henüz sona ermemiştir. Ekonomideki darboğaz, İran'ın bölgesel siyaseti de dahil olmak üzere pek çok alanı etkilemektedir. İran'ın toparlanması, nükleer müzakerelerin başarılı bir sonuç vermesi ve yaptırımların kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Ancak geçmişte yaşanan ve Batı'ya yönelik güvensizliğin büyümesiyle sonuçlanan hayal kırıklıkları, İran'ın adımlarını temkinli atmasına sebep olmaktadır. Ayrıca Rusya ve Çin gibi Batı'ya alternatif güç merkezleriyle olan ilişkilerinin seviyesinde son dönemlerde artış dikkati çekmektedir. Tahran yönetimi, nükleer müzakereler başarısızlığa uğradığı takdirde yönünü tamamen Doğu'ya dönmeye hazır durumdadır.
Batı ile ilişkilerde beklenen ilerlemenin yaşanmaması, nükleer yaptırımlar ve ekonomideki kötü gidişat, İran'ın çatışmacı değil anlaşmacı ve uzlaşmacı bir zemine yaslanan dış politika yönelimini baskın hale getirmiştir. Bu meyanda bölgedeki gerginliklerin azaltılması ve komşularla iş birliklerinin geliştirilmesi, Reisi hükümetinin öncelikleri arasında yer almıştır. Buna karşılık Donald Trump'ın aksine Joe Biden'ın Körfez'e mesafeli yaklaşımı ve İran'a karşı yeterince sert bir tavır almaması BAE ve Suudi Arabistan'ın İran ile tansiyonu düşürme arayışına girmelerine yol açmıştır. Tahran ile Riyad ve Abu Dabi yönetimleri arasındaki yumuşama süreçlerini bu çerçeveden değerlendirmek gerekmektedir.
BAE'nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi, İran tarafından çok sert bir tepkiyle karşılanmıştı. Başta dini lider Ali Hamaney olmak üzere İranlı üst düzey yöneticiler BAE'yi hedef almışlar ve Abu Dabi yönetimine yönelik ağır ifadeler kullanmışlardı. Ancak bölgedeki normalleşme dalgası İran-BAE ilişkilerine yansımakta gecikmedi. 2021'in Aralık ayında BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun bin Zayed el-Nahyan Tahran'a bir ziyaret gerçekleştirdi. El-Nahyan, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile görüşerek kendisini BAE'yi ziyaret etmeye davet etti. Aynı davet Ocak 2022'de Dubai'deki Expo Fuarında BAE Uluslararası İşbirliği Bakanı Reim el-Haşimi tarafından İran Kültür Bakanı Mehdi İsmaili'ye tekrar iletildi. BAE'ye İran tarafından cumhurbaşkanlığı seviyesindeki en son ziyaret, 2007'de Mahmud Ahmedinejad döneminde gerçekleştirilmişti. Reisi henüz BAE'yi ziyaret etmese de ilişkilerin önümüzdeki günlerde daha da ilerlemesi beklenebilir.
Aynı doğrultuda İran-Suudi Arabistan ilişkilerinde de yumuşama girişimleri dikkat çekmektedir. 2016 yılının başında Şii din adamı Ayetullah Nimr'in Suudi Arabistan tarafından idam edilmesi sonucu Tahran yönetimi çok sert tepki göstermişti. Tahran'da gerçekleşen gösteriler sonucunda Suudi Arabistan büyükelçiliği ateşe verilmiş ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kopmuştu. Ancak bir süredir Irak yönetiminin arabuluculuğunda Suudi Arabistan ve İran heyetleri görüşmeler gerçekleştiriyorlar. Görüşmeler Mart ayında kesintiye uğrasa da Mayıs'ta tekrar başladı. Taraflardan zaman zaman olumlu zaman zaman da karşı tarafı test etmeye yönelik açıklamalar geliyor. Şimdilik düşük tempoda ilerleyen müzakerelerin devam etmesi bile tarafların dış ilişkilerinin dönüşümüne dair önemli bir gösterge.
Tahran yönetiminin mezkur ülkelerle normalleşme yoluna girmesi, kendi ekonomik ve askeri kapasitesindeki azalmaya paralel olarak muhatap devletlerin de ABD'den aradıkları desteği bulamamaları sonucunda iki taraflı bir ihtiyacın giderilmesine matuf gerçekleşmektedir. Tam da bu sebeple süreçte belirleyicilerin değişkenliği süreci kırılgan kılmaktadır.
İran'ın hem Batı ile hem de Ortadoğu ülkeleriyle normalleşme çabaları, kimi zaman hız kazanıp kimi zaman yavaşlasa da bir süredir devam etmektedir. İki tarafla da yürütülen müzakerelerde, altyapısı sağlam, uzun vadede sürdürülebilir ve sağlıklı diplomatik ilişkilerin kurulması olasılığı düşük görülmektedir. Zira hem bölge ülkeleriyle hem de Batı ile olan normalleşme süreçlerinde en belirleyici değişkenin ABD olduğu gerçeğini görmezden gelmek mümkün değildir. ABD'nin süreç içerisinde kendi iç siyasi gündemindeki dönüşümlere paralel gerçekleşebilecek tavır değişikliği, normalleşme süreçlerini akamete uğratabilir. Bunun dışında BAE ve Suudi Arabistan'ın İsrail ile ilişkilerinin seviyesi, İran ile ilişkilerinin sınırını belirlemektedir. Bu ülkeler İsrail ile ilişkilerini geliştirdikçe İran ile gerçek anlamda bir normalleşme yaşamayacaklardır. Diğer taraftan İran'ın BAE ile yaşadığı adalar sorunu ile mezhep, bölgesel nüfuz/liderlik mücadelesi, petrol politikaları gibi faktörlerce biçimlenen Suudi Arabistan ile olan tarihsel gerginliğinin bir çırpıda çözümlenmesini beklemek gerçekçi değildir.