2018 yılının Mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesini tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekmesi, 2013 yılında Ruhani'nin İran cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan ABD ile İran arasındaki diplomatik açılımı akamete uğramıştı. Joe Biden'ın yeni ABD başkanı olarak seçilmesiyle birlikte pek çok uzman iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmeye başlayacağını ve nükleer anlaşmanın canlandırılacağını öngörse de kendi adıma yazmış olduğum analizlerde bu sürecin son derece uzun ve zorlu olacağını ifade etmiştim. Biden'ın seçilmesiyle nükleer müzakereler Viyana'da yeniden başlasa da Haziran 2021 İran cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecin askıda kalmasına sebep oldu. Taraflar önemli adımlar atmadan önce yeni İran cumhurbaşkanının kim olacağını beklemeye başladılar. Viyana'daki son görüşmeler İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 2 hafta önce gerçekleşti. İbrahim Reisi'nin İran'ın yeni cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte nükleer anlaşmanın kaderinin ne olacağı da merak konusu oldu.
Nükleer müzakerelerin geleceği konusundaki en önemli ipucu, geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulunda iki ülke devlet başkanlarının yaptığı konuşmalardan çıkarılabilir. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, genel kurula göndermiş olduğu video mesajında son derece ABD karşıtı bir konuşma sergiledi. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin, ABD hegemonyasının sonunu işaret ettiğini söyleyen İran cumhurbaşkanı, ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları da "insanlık dışı" olarak niteledi. İran'ın tüm ABD baskıları karşısında ayakta kaldığını ifade eden Reisi, İran'a uygulanan yaptırımların yeni olmadığını, bu baskıların 1951 yılında İran Başbakanı Muhammed Musaddık'ın İran petrollerini millileştirmesinin ardından başladığını vurguladı. Reisi'nin 1953 yılında Musaddık'ı deviren ABD-İngiltere ortak operasyonu darbeyi gündeme getirmesi, İran-ABD ilişkilerindeki krizi İslam Devrimi'nin öncesinde konumlandırması anlamında önemlidir. Zira ABD için asıl problemin İslam Cumhuriyeti sistemi değil; bağımsızlığına sahip çıkan İran ulusu olduğunu iddia etmektedir. Bu haliyle yeni İran Cumhurbaşkanı, konuşmasında son derece sert bir ton kullanmıştır.
Nükleer müzakereler konusuna da değinen Reisi, ABD'nin anlaşmadan çekilerek uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylemiştir. İran'ın anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğinin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun 15 raporuyla sabit olduğunu söyleyen Reisi, ABD'nin de yükümlülüklerini yerine getirmesini ve yaptırımları kaldırmasını talep etmiştir. İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğunu söyleyen Reisi, dini lider Ali Hamaney'in fetvaları doğrultusunda nükleer silah elde etmenin dinen caiz olmadığını ve böyle bir niyetlerinin de olmadığını vurgulamıştır. Öte yandan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade, Viyana'daki görüşmelerin birkaç hafta içerisinde yeniden başlayacağını açıklamıştır.
Joe Biden'ın konuşması da İran'a yönelik tehdit ve uyarılarla yüklüydü. Biden, İran'ın bir nükleer silaha ulaşmasına izin vermeyeceklerini ifade etmiştir. Ancak Biden, İran ile Avrupalı müttefikleri üzerinden dolaylı olarak görüştüklerini ve masaya oturmaya hazır olduklarını da sözlerine eklemeyi ihmal etmemiştir. Bu anlamda iki tarafın da prensip olarak müzakere masasına oturmaya karşı olmadıklarını ve hatta istekli olduklarını ifade etmeleri önemlidir. Ancak iki tarafta da anlaşma temayülünün bulunması, anlaşmanın kolay olacağını düşündürtmemelidir. Müzakerelerin çetin geçeceğinin ve uzun süreceğinin göstergeleri iki tarafın da yaklaşımları dikkatle incelendiğinde göze çarpmaktadır.
Bu bağlamda iki taraftan da kaynaklanabilecek zorluklar bulunmaktadır. Öncelikle, İran tarafının daha rahat bir noktadan müzakere edeceği söylenebilir. Zira İran, ABD'nin uygulayabileceği en ağır baskılar altında üç yıldır dayanmaktadır. Bütün bunların üzerine çekinmesi gereken ekstra bir zorluk bulunmamaktadır. Öte yandan İran, dış politikada yönünü Batı'dan ziyade Doğu'ya doğru çevirmiş durumdadır. ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve bunun karşılığında Avrupa ülkelerinin de gereken desteği vermemeleri, İran'ın Batı'ya yapacağı siyasi yatırımın sınırlarını belirlemiştir. Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran'ın önceliğinin Asya ülkeleri ve komşu ülkeler olacağını açıkça ifade etmektedir. Geçtiğimiz hafta İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne tam üyeliğinin kabulü de bu bağlamda değerlendirilmelidir. İran dış politikadaki seçeneklerini çoğaltma doğrultusunda adımlar atmaktadır. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de Ruhani döneminde komşuların ihmal edildiğini ve artık asıl önceliğin komşularla ilişkileri geliştirmek olacağını söylemektedir. İran'ın Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere Körfez ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışması da aynı sürecin parçasıdır. Son olarak, Reisi hükümetinin nükleer müzakere ekibinin şahin isimlerden oluşması da sürecin pürüzsüz ilerlemeyeceğini haber vermektedir. Zarif ekibinde yer alan Nükleer Başmüzakereci Abbas Arakçi'nin görevden alınarak yerine muhafazakar diplomat Ali Bakıri'nin getirilmesi de bu yönde değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir.
Öte yandan ABD'nin nükleer anlaşmanın kapsamını İran'ın balistik füze programını ve bölgesel siyasetini de dahil edecek şekilde genişletme yönündeki ısrarı devam ederse müzakerelerin tıkanacağı bilinmelidir. Ilımlı Ruhani hükümeti döneminde bile bu konuda İran'ın net bir tavır ortaya koyduğu dikkate alındığında muhafazakar Reisi döneminde bu yönde bir taviz verilmesi ihtimal dışıdır. ABD'nin Ortadoğu angajmanını düşük seviyelere çekerek Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşması da nükleer müzakerelere gereken enerji ve önceliğin verilmeyebileceği ihtimalini akıllara getirmektedir. ABD'nin Afganistan'dan istikrarsız bir yapı bırakarak çekilmesi, Ortadoğu'da nükleer barış ve istikrara yönelik niyetini de sorgulanabilir hale getirmiştir.
Yukarıda ifade edilen faktörler dikkate alındığında nükleer müzakerelerin yakın zamanda başlayacağı, ancak uzun bir zaman alacağı ve başarıya ulaşma şansının sınırlı olduğu sonucuna ulaşılabilir. Afganistan ve Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan AUKUS benzeri gelişmelerin İran'ın nükleer programına dair tartışmaları global gündemde alt sıralara ittiği de gözden kaçırılmamalıdır. Bu sebeple taraflar diplomasi seçeneğini reddetmese de büyük ihtimalle önceki döneme kıyasla müzakerelere daha az vakit ve kaynak ayıracaklardır.