31 Mart 2024 mahalli idareler seçimlerinden sonra siyaset gündemini tayin eden konulardan biri de "normalleşme" süreci oldu. Seçimlerde CHP'nin uzunca bir süreden sonra ilk defa Türkiye genelinde birinci parti olması ve birçok belediyeyi kazanmasından sonra, CHP'nin çiçeği burnunda Genel Başkanı Özgür Özel'in kullandığı uzlaşmacı siyasi dil ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye tebrik telefonunda ziyaret arzusunu ifade etmesiyle başlayan bu süreç, sadece Türkiye siyasetinin değil CHP'nin de ana gündem maddesine dönüştü. Bu bakımdan bu sürecin esas itibarıyla CHP açısından değerlendirilmesi isabetli olacaktır. Bu tür bir değerlendirme üç düzeyde yapılabilir: Normatif, tarih ve strateji…
Normatif açıdan CHP'nin siyasi sisteme kendi normlarını icap ederse vesayet aktörlerinin kaba yahut hukuki ve bürokratik tekniklerle örülü yumuşak güçleriyle dayatmaktan vazgeçerek, kendisini hangi oyu alırsa alsın ülkenin altın hissesine sahip görmekten uzaklaştığını söyleyebilecek noktada mıyız? Bunun hala tartışmalı olduğu kanaatindeyim. CHP'nin kendisini Türkiye'nin serbestçe rekabet eden partilerden ancak birisi olduğunu kabul edebilmesi, Türk demokrasisi ve CHP açısından gerçekten yeni ve muhakkak demokratikleştirici ve sivilleştirici bir "norm"dur. CHP'nin sözde kabul ettiği bu normu, gerçekte ne kadar temellük ettiği ancak önümüzdeki seçimlerde iktidara gelirse başta AK Parti olmak üzere rakiplerine nasıl davranacağıyla yahut seçimleri kaybetmesi durumunda seçim sonuçlarını medeni bir şekilde kabul ederek rakibinin demokratik galibiyetini meşru görmesi ve tebrik etmesiyle sınanabilir. Bu bakımdan CHP'nin normalleşme sürecini gerçekten normatif ve demokratik bir müşterek norm etrafında buluşma zemini olarak görüp görmediği konusunun anlaşılması zamana ve CHP'nin performansına bağlıdır.
CHP'nin normalleşme sürecine yaklaşımına tarihi açıdan baktığımızda, CHP'nin zaman zaman bugünkü normalleşme sürecine benzer adımlar attığını ama sonrasında bunlarla hiç bağdaşmayacak bir sertlikte yıkıcı muhalefeti benimsediğini ve demokratik meşruiyeti zedeleyen savrulmalar yaşadığını görebiliyoruz. Hatta her normalleşme ve yumuşama hamlesinden sonra rakiplerine yönelik çok sert ve rakiplerinin varlıklarına karşı sarkaç hamlelerinin geldiği açıkça görülmektedir.
İkinci Meclis'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulmasından sonra sadece bu Fırka'nın değil, bütün Türkiye'nin susturulduğu ve hiç alakası olmadığı halde Şeyh Sait İsyanı'yla ilişkilendirilerek Terakkiperver Fırka'nın kapatılması ve sonra da yine ilgisiz birçok ismin İzmir Suikastı davasında yargılanması ilk büyük örnektir.
İkinci örnek Gazi Mustafa Kemal'in talimatıyla kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın halk tarafından desteklendiğinin ortaya çıkmasıyla hükümet baskısıyla kendini feshetmek zorunda kalması ve arkasından gelen ve fevkalade otoriter "parti-devleti" uygulamasıyla gelişen tek parti diktatörlüğüdür.
Üçüncüsü 1945'te bu sefer CHP'nin Milli Şefi İsmet İnönü'nün talimatıyla geçilen çok partili hayatın ilk seçimi olan 1946 seçimlerinde yapılan büyük baskı ve seçim yolsuzluklarıdır. Bundan sonra 1950'ye kadar CHP'nin tutarsız adımlarına rağmen 14 Mayıs 1950 seçimlerinin serbestçe yapılabilmesi ve CHP'nin seçim sonuçlarını kabul ederek iktidarı barışçı bir şekilde bırakabilmesi CHP'nin tarihindeki numunelik normalleşme başarılarından biridir. Ancak CHP bu normalleşme örneğini yaptığı yıkıcı muhalefet ve 27 Mayıs darbe sürecindeki rolüyle yine kendisi zedeleyecektir.
CHP'nin 27 Mayıs darbesinden sonra asker baskısıyla yeniden iktidara gelmesi ve vesayet sisteminin siyasi ortağına dönmesi de CHP'nin demokrasi sicili açısından zayıf notlardan biridir. CHP'nin 27 Mayıs darbesinden sonra ordudaki muhtelif cuntalara ve Talat Aydemir darbelerine teslim olmayışı, bu kötü sicil içerisinde CHP tarafından da yeterince öne çıkarılmamıştır. CHP'nin bu başarıyı öne çıkarmayı tercih etmeyişi, CHP'nin vesayet aktörleriyle ilişkisini tamamen koparmayı göze alamayışıyla yakından ilişkili olsa gerektir. CHP'nin 12 Mart darbesindeki ikircikli durumu da bu halin bir ifadesidir.
Bülent Ecevit'in CHP Genel Başkanı olmasından sonra Milli Selamet Partisi ve Necmettin Erbakan ile kurduğu koalisyon da yarım kalmış ve arkası getirilmemiş bir tecrübedir. 1990'da CHP ile DYP'nin büyük koalisyonunun normalleşme iddiasına rağmen, CHP'nin birkaç yıl içinde 28 Şubat darbe sürecini destekleyen bir aktöre dönüştüğü hafızalardadır. Bu bakımdan CHP'nin normalleşme sürecindeki ilk talebinin mahkum olan 28 Şubat generallerinin serbest kalmasını olması ayrıca manidardır.
CHP, 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesiyle başlattığı normalleşme süreci de 2007'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 27 Nisan e-muhtırasını desteklemesiyle sona erecektir. CHP'nin bu dönemden sonra da hemen her reforma direnerek askeri müdahale, şiddet hareketleri, FETÖ'nün 17/25 Aralık yargı darbesi gibi bütün gayrimeşru hareketleri desteklemesi siyasi tarihte yerini almıştır. CHP, 15 Temmuz Darbe teşebbüsünün millet tarafından bastırılmasından sonra dahi normalleşme sürecini bozmaya cüret edebilmiş bir partidir. Bu bakımdan tarihe baktığımızda CHP'nin her normalleşme sürecinden sonra daha sert ve gayrimeşru bir hareketi desteklediği tarihi kalıp olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarihi bilgiler, son normalleşme sürecinin akıbeti hakkında umuttan ziyade endişe uyandıracak bir hükme yol açmaktadır.
CHP'nin normalleşme sürecine bakılabilecek son boyut strateji düzeyidir. Görüldüğü gibi CHP'nin şu an itibarıyla normatif bir boyutta normalleşme istediği; yani siyaset felsefesini tamamıyla değiştirdiği söylenemez. Tarih boyutuyla bakıldığında ise CHP'nin bir sarkaç gibi normalleşme ile anormalleşme arasında salındığı ve her normalleşme hamlesinden sonra anormal ve anti-demokratik bir hamlenin geldiği birçok örnekle sabittir. Şu halde CHP için hem bugün hem tarihte normalleşme, esas itibarıyla stratejik düzeyde düşünülebilir ve değerlendirilebilir.
Bugün itibarıyla CHP'nin normalleşme hamlesinin anlaşılabilmesi için CHP'nin iç ve dış stratejine yakından bakmak lazım. CHP 31 Mart 2024 seçimlerinden önce şaşırtıcı bir genel başkan değişikliği yaşadı. 13 yıllık genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun "lojistik" desteğiyle yenen Özgür Özel yeni genel başkan oldu. Özgür Özel buna rağmen belediye başkan adaylarının belirlenmesinde Ekrem İmamoğlu'na tamamıyla teslim olmayarak ve siyasi bir risk alarak kendisine bir siyaset alanı açtı ve Max Weber'in risk üzerinden tanımladığı siyasi liderlik potansiyeline sahip olduğunu gösterdi. Seçimlerde öngörülmeyen başarı, Özgür Özel'in aldığı riskin karşılığını verdi ve Özel'in siyasi alanı hem CHP içinde hem de CHP dışında büyüdü. Özgür Özel bu iki alanı birbirini besleyecek şekilde kullanmayı başaracak bir formül bularak adına normalleşme süreci dediği diyalog sürecini başlattı. Bu şekilde Machiavelli'nin Prens'te dediği gibi kendisi dışındaki talihin eseri prens olduysa da prens olarak kalabilecek bir yetenek ve başarıya sahip olabileceğinin işaretlerini verdi. Özel, Erdoğan ile görüşerek parti içindeki potansiyel Cumhurbaşkanı adayları arasına kendini de yazdırabilecek bir siyasi alan kazandı. Uzun zamandır gündemi tayin eden Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş dışında bir CHP'li isim, gündemi onlarsız tayin etmiş oldu. Bu CHP içindeki güç dengesinin yeniden kurulduğunu ve Özgür Özel'in de bu dengede artık bir aktör olduğunu gösterdi.
Özgür Özel'i CHP içinde güçlü bir aktör haline getiren müzakere süreciyle Özel, CHP'nin kendisiyle beraber sağdan oy alabilecek ve CHP'yi büyütebilecek bir siyasi aktör olduğunu da göstermiş oldu. Bu CHP açısından uzun zamandır aranan lider özelliklerinden biriydi. Bu şekilde Özgür Özel bu kulvarda Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a güçlü bir alternatif olabileceğini göstermiş oldu.
Özgür Özel'in normalleşme sürecini aynı zamanda Cumhur İttifakı içinde AK Parti ile MHP arasında bir çatlağa dönüştürmeyi hedeflediği de görüldü. Özel bu şekilde karşısındaki ittifakı bozmak veya en azından zayıflatmak amacının yanında karşı cephenin kompozisyonunu ve güç dengesini değiştirebileceğini hesap etmiş olabilir. Bu yolla sağdaki güçlü CHP karşıtı tabanı, AK Parti'den MHP'ye doğru uzaklaştırmak suretiyle en yakın rakibi AK Parti ve Erdoğan'ın oy havuzunu küçültmek en çok CHP'nin işine gelecektir. Diğer taraftan Özgür Özel MHP'yi karalayan ısrarlı kampanya ile CHP'nin "kent uzlaşısı" adı altında DEM ile geliştirdiği ittifakı gizlemek ve DEM tabanının CHP'de kalmasını sağlayacak bir tahkim süreci işletmiş de olmaktadır. Ancak Özgür Özel'in bu hesabı Erdoğan ve Bahçeli'nin tecrübesi ve siyasi aklıyla boşa çıkmış durumdadır. Özgür Özel'in Bahçeli ile polemik yaparken Cumhur İttifakı için kullandığı "suç ortakları" ifadesi Cumhur İttifakı'nın sert reaksiyonuna ve alarma yol açmıştır. Erdoğan son yaptığı konuşmalarla Özgür Özel'in Cumhur İttifakı'nı çatlatma, AK Parti'nin CHP'den rahatsızlık duyan tabandan uzaklaşması, MHP'nin karalanması ve DEM ile CHP ittifakının meşrulaştırılmasına izin vermeyecek yeni anayasa, milli dış politika ve terörle mücadele eksenli bir diyalog çerçevesi çizdiği görülüyor. Özgür Özel özellikle CHP içerisinde açtığı siyasi alanı muhafaza etmek, CHP içerisindeki rakiplerinin hareket alanını daraltmak için netice alacağı bir süreye kadar normalleşme sürecinde ısrar edeceğini şimdiden tahmin edebiliriz.