Putin'in ilan ettiği zafer, öncelikle, askerî değil. Askerî başarısızlık üzerine kurgulanmış bir siyasi öykü. Savaş ilan edildiğinde muhasara edil(emey)en Kiev başta olmak üzere Ukrayna'nın kuzeyinden çekilen, Kırım'dan Odesa'ya ilerleyemeyen ve Harkov'da bir hafta içinde 6.000 km2 alanı kaybeden Rus ordusunun durumunu örtmek adına 'inşa' edilen bir 'zoraki' bir süreç. İnsan ister istemez George W. Bush'un bir uçak gemisinde Irak'ta zafer ilan edişini anımsıyor. Yani olmayan zaferi.
Putin'in ilan ettiği zafer, gerçekten bir başarı mı? Müteakip süreç ve sonuç nasıl olacak? Bu iki soru dikkatlice düşünülmesi gereken konu başlıkları. Birinci soru, gerçek ile zahir arasında gidip gelirken tehlikeli sonuçları haber veriyor. İkinci soruysa bir tahayyül gerektiriyor.
Önce ilk soruyu tartışalım:
Sovyetlerin çöküşü ile ekonomik ve toplumsal bir kalkınma amacını canlı tutmaya çalışan Rus siyasi liderliği, Güvenlik Stratejisi Belgeleri'nde Rusya'nın muktedir olduğu dönemini amaç olarak koydu. Bu kapsamda Rusların yaşadığı ama Rusya'dan kopan ülkelerde nüfuz tesis etme, müzahir rejimler oluşturma ve gerekirse müdahalede bulunma stratejisi uygulandı. Nitekim Gürcistan'a 2008 yılında yapılan müdahale ve iki ayrılıkçı bölgenin Rusya'ya katılma süreci belirgin örnekler.
Rusya'nın enerji ve savunma sanayi ihracından aldığı güçle Kırım'ın 2014 yılında ilhakı sonrasında Ukrayna'ya müdahalesi de aynı mantıksal sürecin bir sonucu. Her altı-sekiz yılda bir tekrar edecek şekilde Rus nüfusun olduğu yerlere müdahale etme eğilimi göze çarpıyor. Ancak 2008 yılında Gürcistan'da olduğu gibi Rusya'nın yine askerî bir zafer elde edemediği görülüyor. Nitekim Gürcistan'daki başarısızlığını iki otonom bölgenin tek taraflı siyasi eylemleriyle örten Rusya, Ukrayna 'macerasında' seferberlik ilanı ve referandumla siyasi bir başarı maskesi yarattı.
'Üzerime daha fazla gelirseniz herkesi kendimle yakarım' mesajı veren Rusya, nükleer tehditte bulunurken meşruiyeti sorunlu bir referandum ve ilhak sürecine imza attı. Bağımsızlık yolunda icra edilen plebisit için gerekli özgür ortam ve teknik yeterlilik yokken, Moskova'da ilan edilen ilhak kararı morali bozuk ve seferberlikten sakınan Rus vatandaşı için bir zafer hikâyesi sundu. Rus toprağı olarak ilan edilen dört (aslında dörde yakın) bölgenin Rus toprağı olduğu zannıyla, Putin, tarihi 'sapmalara' ayar vermeye çalıştı. Öte yandan Rus milliyetçiliğini kaşırken savaşa Ruslardan ziyade Türkler ve Çeçenler gibi 'Rus olmayanları' süren Putin iç kamuoyuna Rusya'nın değil 'Rus' anavatanının doğal sınırlarını işaret etti.
Peki, ortada askerî bir başarı yok ve Rusya'daki kamuoyu böyle bir gerçeğin farkındaysa, Rus toplumunu uzun süre kenetlemek mümkün mü? Pek değil. Nitekim seferberlik ilanı nedeniyle Rusya'yı terk eden Rusların sayısı önemli bir zafiyet emaresi.
İkinci soruya cevap aramak biraz karmaşık. Çünkü cevabı etkileyebilecek girdi çok fazla.
Referandumun ve ilhak kararının hukuksuzluğu aleni. Öte yandan Batı'nın böyle bir girişime verdiği tepki yetersiz. Birkaç ilave Rus yetkiliye yaptırım uygulamak Rusya için ihmal edilecek bir ayrıntı. Ukrayna'nın NATO'ya başvurusuysa ikilem. Çünkü Ukrayna'yı NATO'ya almak savaşın coğrafyasını genişletme, hatta nükleer bir savaş anlamı taşır. NATO'ya dâhil etmemek ise siyasi kararsızlık göstergesi.
Rusya'ya karşı, tekrar fitili ateşlenen Soğuk Savaş'ın 'çevreleme' politikası henüz NATO gündeminde değil. Ancak üç farklı sürecin yaşanacağı belli.
İlk süreç Ukrayna'ya verilecek desteğin sonuç alıncaya kadar devam ettirilmesi. Nükleer tehdit nedeniyle riskli olan bu seçenek Batı için bir test niteliğinde. Çünkü verilecek ödün, Rus nüfusun olduğu diğer ülkelerle Balkanlar gibi Slavların yaşadığı yerlerde müteakip karmaşayı tahrik edebilir. O halde Ukrayna'nın yürüteceği ve kazananı olmayacak bir yıpratma harbi en muhtemel seçenek olarak ortaya çıkıyor. Tabi böyle bir çatışmanın kaybedeni Ukrayna ve Rusya halkları olacak.
İkincisi Rusya'nın Suriye, Libya gibi kriz bölgelerinden çıkarılması. Bu husus Türkiye açısından önemli. Çünkü Türkiye'yi emsal olarak bu iki ülkeden çıkartma söylemleri daha önce sıklıkla seslendirilmişti. Türkiye'nin arabuluculuk gibi korunmaya değer misyonu ile birlikte stratejik kapasitesinin Batı'ya hatırlatılması gerekiyor. PKK ve Yunanistan gibi çözümsüzlükleri üretmeye çalışan ABD – AB ikilisinin genel olarak güvensizliğe evrilen ortamı Türkiye özelinde idrak etmesi gerekiyor.
Rusya'ya karşı üçüncü süreç, Orta Asya başta olmak üzere Rusya'nın ülke sınırları boyunca izolasyonu ve içten çözülmesinin teşvik edilmesi.
Batı açısından açmaz öncelikle liderlerde. Soğuk Savaş'ın akıllı elitinin desteklediği karizmatik liderler artık yok. Batılı toplumları milliyetçi ve muhafazakâr söylemlere mahkûm eden 'popüler kültürün magazinsel' liderleri ortak gaye birliğinden uzaklar. Batı'nın artık düşünmeye başlaması ve birbirinin ayağına çelme atmaktan ziyade 'tehdide' odaklanması gerekiyor. Nitekim Rusya'nın kendi ipini çektiği bu dönemde Batı'nın siyasi dağınıklığı Ukrayna ve sonrasındaki çatışmaları uzatmaktan başka bir işleve sahip değil.
Son not; Türkiye'yi Dedeağaç'tan Haseke'ye sarmaya çalışan ABD'nin de biraz Türkiye algısını sorgulamasının zamanı geldi, hatta geçti. Çünkü Rusya ile aynı anda hem çatışmış hem de konuşabilmiş tek NATO üyesi ülke, Türkiye!