Türkiye mahalli idareler yöneticilerini seçmek üzere 31 Mart tarihinde sandık başına gitmiştir. Yüksek bir katılım oranıyla (yüzde 84,6) gerçekleşen seçimler, yeni Anayasal sistemimizin içkin siyasal dinamikleriyle oluşan siyasi blokların rekabetiyle gerçekleşmiştir. Gerçekleşen seçimler demokratik siyasi birikimimiz açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Ancak seçim sonuçlarının siyasi partilerimiz tarafından değerlendirilmesine fırsat bırakmayan bir "seçim hukuku ve seçim güvenliği" tartışması sökün etmiştir. Bu tartışma özellikle İstanbul seçim sonuçlarına ilişkin yoğun itirazlar üzerine ortaya çıkmıştır. Yaklaşık 8,8 milyon seçmenin oy kullandığı İstanbul seçim sonuçlarının iki aday arasındaki oy farkının binlerle ifade edilebilecek düzeyde az olması ve geçersiz oyların çokluğu bu itiraz ve tartışmaları beraberinde getirmiştir. Yapılan itirazlar üzerine gerçekleştirilen yeniden sayımlar neticesinde iki aday arasındaki oy farkının giderek azalması, itirazların Yüksek Seçim Kuruluna (YSK) kadar ulaşmasına yol açmıştır.
"Hak arama özgürlüğü" kapsamında itiraz hakkını kullanan AK Parti'nin kapsamlı itirazı üzerine 6 Mayıs tarihinde vermiş olduğu kısa kararda YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptaline ve 23 Haziran'da yenilenmesine karar vermiştir. Kurul, "bir kısım sandık kurullarının Kanun'a aykırı olarak oluşturulması" ve bunun da "seçim sonucuna müessir olmasını" iptal kararına gerekçe olarak belirtmiştir. Burada Kurul, 298 sayılı Kanun'da 2018 yılında değişikliğe uğrayan ilgili 22. maddesine aykırılık tespit etmiş ve bunun da seçim sonuçlarına etki ettiğine kesin ve bağlayıcı biçimde karar vermiştir. Kurul üyeleri, ilgili sandıklarda kullanılan oy sayısının seçim sonucuna müessir olacağı kanaatiyle, oyçokluğuyla iptal kararı vermiştir. Seçim hukuku açısından usulsüzlüğün tespit edildiği sandıklarda kullanılan oy sayısının iki aday arasındaki oy farkını aşacak bir niceliksel değerde olması seçim sonucuna müessir görülmüştür. Kurul usulsüzlükten sorumlu olanlar hakkında da suç duyurusunda bulunmuştur.
Anayasa tarihi açısından yüzyılı aşan bir müktesebata sahip olan Türkiye yaklaşık yarım yüzyılın üzerinde çok partili demokratik siyasal düzeni tecrübe etmektedir. Demokratik siyasal deneyimimiz süreç içerisinde vesayet düzeneği üzerinden birtakım apolitik müdahalelere maruz kalmakla birlikte, 1950'den itibaren demokrasinin asli unsuru olan "serbest" ve "dürüst" seçimler gerçekleştirilmiştir. Her bir politik kırılma sonrasında demokratik düzeni yeniden kuran bir araç olarak serbest seçimler ülke demokrasisinin en güçlü yanı olmuştur. Nitekim 1950'de Demokrat Parti; 27 Mayıs Darbesi sonrasında Adalet Partisi; 12 Eylül Darbesi'nin akabinde Anavatan Partisi serbest ve dürüst seçimler marifetiyle iktidara gelmiştir. 28 Şubat Darbesi sonrasında siyasal bir umut olarak doğan AK Parti'nin iktidara gelişi de demokratik sistemi tahkim eden seçimler yoluyla gerçekleşmiştir. Siyasal alanı tahakküm altına alan her bir vesayet müdahalesi karşısında "genel oya dayalı seçimler", demokratik meşruiyeti güçlendirme ve toplumsal iradeyi tecessüm ettirme zemini olmuştur.
Seçim sistemimiz, "serbest seçim", "genel, eşit ve gizli oy", "açık sayım ve döküm" gibi Anayasal demokratik güvenceler üzerinden tanzim edilmiştir. Bu "güvence ilkeleri" üzerinden yapılandırılan seçim hukukumuzun kuşkusuz en önemli teminatı "yargısal yönetim ve denetimdir". Yargısal güvence sistemi ile yapılandırılan seçim rejimimiz, seçimlerin her bir yönetsel işleminden sorumlu olan bağımsız bir Kurul (YSK) tarafından yürütülmektedir. Anayasamızın ilgili 79/2. maddesi gereğince YSK, "seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama…" ile görevlidir.
Sonuç olarak anayasal güvenceler ile tahkim edilmiş olan seçim hukukumuz ve rejimimiz, demokrasi tarihimizde bir sosyo-politik sağaltım aracı ve demokratik siyasal merkezi tayin eden millet iradesinin teccelligahı olmuştur. O yüzden seçim süreçlerinin tek asli organını, üyeleri üzerinden hedef alan itham edici söylemler demokratik siyasal dinamiklerimize zarar vermektedir.