Küreselleşme sürecinin dönüştürücü gücü, "siyasal alanı, siyaset tarzlarını, iktidar ve devleti" köklü bir dönüşüme uğratmıştır. Siyasal modernleşmenin tarihsel kökeninde ortaya çıkan kopuş ve dönüşüme benzer bir dönüşümün varlığına tanıklık ediyoruz. Zygmunt Bauman'ın tespiti ile devletin "kamusal hizmet sunma ve toplumsal gerçeklikleri etkin şekilde yönetme" kapasitesinin iki temel koşulu olan "iktidar ve siyasetin" birbirinden ayrıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Kamusal işleri "yürütebilme ve yönetebilme" yetisi olarak "iktidar" ile yapılması gerekenleri tayin edebilme veya karar verebilme kabiliyeti anlamında "siyaset" arasında derin bir kopuşla yüzleşiyoruz.
Bu haliyle klasik anlam çerçevesi aşınan "devlet", küreselleşme süreciyle birlikte eylemsel gücünü yitirmiş ve sönümlenmiştir. Söz konusu yapabilme gücü ya da iktidarı, "devlet-üstü" küresel güçlerin iktidar alanına geçmiştir. Yatırım sermayesinin, paranın, işgücü piyasalarının ve meta dolaşımının gözetim, denetim ve düzenleme yetkisi, çoktan ulusal siyasal aktörlerin iktidar alanından çıkmıştır.
Devletin sönümlenmesine koşut olarak siyasal eylem ve karar verme kabiliyetleri düşen ulusal siyasal aktörlerin politik manevra alanı da sınırlanmıştır. Böylelikle, siyasal denetime tabi olmayan kontrolsüz küresel güçlerin iktidar tekeli, kronikleşen güç açığı ile siyaseti işlevsizleştirmiştir. Kronik şekilde bir kuvvet kaybı yaşayan siyaset ile iktidar arasında doğan bu boşluk, baş edilmesi oldukça güç olan kriz ve tehditler üretmektedir. Global ölçekli bu kriz ve tehditler, dünya siyasi tarihinde daha önce yaşanmış olanların çok ötesinde bir yıkım etkisine sahiptir.
İktidar ile siyasetin kopuşu ve ulusal/yerel ile küresel olan arasında oluşan çatlak, E. Balibar'ın kavramsallaştırması ile "devletsiz devletçilik" üretmiştir. "Yönetişimselliğe" dönüşen sözde siyasal aktivite, yerel/ulusal ölçekte sönümlenen devlet aygıtının işlevini idare-i maslahatçılığa indirgemiştir. Tüm kurucu unsur ve aktörleri ile siyasal alanı paralize eden bu durum, demokratik siyaseti ve sahici siyasal temsili imkansızlaştırmıştır. Ulus devletler, "devlet-üstü" küresel güç odaklarının kontrol, denetim ve dayatmaları altında kalan "devletçiklere" dönüşmüştür.
Böylece küresel sistemin "seçkin" aktörleri ve iktidar düzeneği tarafından belirlenen küresel ajanda doğrultusunda devletler, konvansiyonel yöntemlerle kolaylıkla boyunduruk altına alınabilmekte ve beka sorunu ile yüzleşmektedirler. Devleti var eden "toprak/ülke, millet/ulus ve egemenlik" unsurları üzerinden varlığını idame ettirebilme iktidarı, bu küresel konvansiyonel güç tarafından kolaylıkla haleldar edilebilmekte ve hatta yok edilebilmektedir. Ulusal siyasal dinamikleri kırılganlaştıran ve beka tehdidi yaratan bu türden müdahilliklerin bugün en dikkat çekici örneklerinden birisi halen Venezuela'da yaşanmaktadır.
İktidar olabilme ve bağımsız siyaset üretebilme kapasitesi olarak devletin bekası, temelinde siyasal alanın muhafazasına içeren hayati bir meseledir. Beka, bütün kurucu unsurları ile siyasal olanın varlığını kalıcılaştırma mücadelesidir. Siyasalın varlık ve/ya imkan koşulu olarak devletin bekası, bir politik söylem ve tercih olmanın ötesinde, siyasetin varoluşsal gayesini oluşturmaktadır. Zira, toplumsallığın en yetkin biçimi olarak devletin sözleşmesel varlığını idame ettirebilmesi yani bekası, gündelik politik pratiklerin üzerinde gözetilmesi gereken bir üst-siyasal amacı ifade etmektedir. Bu yüksek gaye doğrultusunda üretilen politik söylem ve duruş, siyasi literatürde "vatanperverlik", "millilik", "yerlilik" ve "anayasal yurtseverlik" gibi kavramlarla karşılanabilmektedir. Siyaseti, salt bir güç paylaşımı olarak gören a-politik söylem ve duruşların beka kaygısı gütmesi beklenemez. Nitekim, mahalli seçimlerde ilgili partinin adayı olarak seçilme olasılığı yüksek olan belediye başkan adaylıkları üzerinde yaşanan kıyasıya ilkesiz rekabetler bu güç paylaşımının en çarpıcı örneğidir.
Sonuç olarak beka meselesi, bizatihi siyasetin bir varlık ve imkan koşuludur. Bu varoluşsal koşul, küresel politik hegemoninin sebep olduğu "iktidar" ile "siyaset" arasındaki derin kopuşu onaracak bir "siyasallığın icadını" mümkün kılacaktır. Bu siyasallığın adı, beka siyasetidir. Küre ölçeğinde bütün siyasal sistemleri ve sönümlenen devlet yapılarını her geçen gün daha da çaresiz biçimde kırılganlıklara mahkum eden tecavüzkarlıklar ve tehditler beka siyasetini gerekli kılmaktadır. Türkiye'nin küresel ölçekte bütünleşik biçimde "bağımsız iktidar" ve "özerk siyaset" pratiği karşısında son altı yılda maruz kaldığı küresel müdahaleler, beka siyasetinin daimi gündem olmasının gerekliliğin net olarak ortaya koymaktadır.