Türkiye'nin dış politika gündemi çok yoğun. Sadece Suriye, Irak, Filistin, İran ve Lübnan dosyaları dahi baş döndürücü bir tempoda diplomasi trafiği ve mesaisi gerektiriyor. Ancak bütün bu sıcak çatışma ortamında, bazen gözden kaçan veya hak ettiği ilgiden mahrum kalan önemli gelişmeler yaşanıyor. Bunlardan birisi, Türkiye Yüzyılı'nda milli dış politika hedefleri arasında yer alan Afrika Ortaklık Politikası'nın baş öznelerinden birisi olan Somali'dir. Her ne kadar ülkede yaşanan iç savaş sebebiyle, Mogadişu Büyükelçiliği, 1991-2011 yılları arasında kapalı kalmışsa da Türkiye, Somali'deki güvenlik tehditlerine, doğal felaketlere ve insani krizlere hiçbir zaman kayıtsız kalmamıştır.
Ancak son dönemde Türkiye'nin yaptığı açılım, Somali'nin kalkınması ve yeniden inşasına yönelik icra ettiği diplomasi aktivizminden ve insani yardım faaliyetlerinden çok daha farklı bir noktaya evrilmiştir. Zira bu açılım, tek taraflı bir yardım ve yapılandırma politikasından çıkıp, Türk Deniz Kuvvetleri'nin asli unsur olduğu stratejik bir ilişkiye evrilmiştir. Her ne kadar bazıları, "bölgemiz zaten ateşten gömlek, Türk Deniz Kuvvetleri'nin ana vatandan çok uzak Somali'de ne işi var" diye düşünse de iş birliğinin "kazan-kazan" stratejisine hizmet eden dört önemli ayağı var: "deniz güvenliği" , "enerji", "balıkçılık" ve "savunma sanayii".
Malum aşiret politikaları ve zayıf merkezi hükümet kaynaklı siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı ülkede Somali halkı, bir taraftan kuraklık ve açlıkla mücadele ederken, diğer taraftan, siyasi kaos ortamından beslenen Eş-Şebab kaynaklı terörizm ve deniz haydutluğunun neden olduğu bedelin altında ezilmektedir. Bu hususta Türkiye, insani yardım elini uzatırken; aynı zamanda ulusal güvenliğin tesisi ve kurumsal yapılandırmasına yönelik ikili ve uluslararası niteliği haiz birçok projeye destek ve katkı sunmaktadır. 22 Mayıs 2010 tarihinde Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Çerçeve Anlaşması uyarınca Türkiye, 2017'de faaliyete geçen Mogadişu'daki askeri üssü TÜRKSOM'da Somali Silahlı Kuvvetleri'ne teknik destek ve terörizmle mücadele harekatı dahil eğitim vermektedir. Keza Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri personeli Somali birliklerine danışmanlık yapmaktadırlar. Ayrıca Mogadişu Uluslararası Havalimanı ile Mogadişu Limanı, Türk firmaları tarafından işletilmektedir.
Ne var ki, Somali devletinin yaşamsal bir gelir kaynağı olarak petrol ve doğal gaz ile deniz ticaretinden faydalanabilmesi için deniz güvenliğinin sağlanmasına ihtiyaç vardır. Eğer Somali terörizm, deniz haydutluğu, korsanlık, yasa dışı balıkçılık ve diğer düzensiz faaliyetlerle tam ve etkin şekilde mücadele edemezse, deniz kaynaklarını geliştirmesi ve bu kaynaklardan istifade etmesi kati suretle mümkün değildir.
Tam da bu nedenle Türk Deniz Kuvvetleri'nin Somali'deki mevcudiyeti paha biçilemez değerdedir. Zira Türkiye ile Somali arasında 2024 Şubat ve Temmuz aylarında iki önemli anlaşma imzalanmıştır: "Savunma ve Ekonomik İş Birliği Çerçeve Anlaşması" ile "Hidrokarbon Arama ve Üretim Anlaşması". İlgili anlaşma uyarınca Somali, 10 yıllığına Türkiye'ye kara sularında tam yetki vermiştir. Bu yetkiye binaen Türkiye, Somali deniz yetki alanlarında araştırma, sondaj ve balıkçılık faaliyetlerinde bulunma ve bunlardan ciddi bir gelir elde etme hakkına kavuşmuştur. Bu esnada Türkiye'nin sunduğu güvence ve savunma iş birliği sayesinde, Somali'nin 10 yıl sonunda denizlerde kendi öz savunmasını yapabileceği bir donanma gücüne kavuşması öngörülmüştür.
18 Temmuz 2024 günü Enerji Bakanı Alpaslan Bayraktar, yakın gelecekte hidrokarbon aranmasına ilişki olarak; her biri 5 bin kilometrekarelik alanı temsil eden 3 blokta sondaj faaliyetine başlanacağını ifade etmiştir. Müteakip hafta içerisinde, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, Hint Okyanusu'nda Somali açıklarında seyrüsefer emniyetinin sağlanması amacıyla faaliyet gösteren Birleşmiş Birleşik Görev Kuvveti-151'in (CTF-151) yedinci kez komutasını aldıklarını duyurmuştur.
2024 Ekim ayı itibarıyla hidrokarbon arama faaliyetlerinde uygulama safhasına geçilirken; Türk Deniz Kuvvetleri de Somali Deniz Görev Grubu (SDGG) faaliyetlerine start vermiştir. SDGG kapsamında Süveyş'e intikal edecek farklı misyon ve rolleri haiz toplam 7 adet gemi vardır: TCG Gökova (fırkateyn), TCG Gediz (fırkateyn), TCG Ütğm. Arif Ekmekçi (lojistik destek gemisi), R/V Oruç Reis (araştırma gemisi), M/V Sancar (platform destek gemisi), M/V Ataman (takip gemisi) ve M/V Zağanos Paşa (destek gemisi)'dır.
Ancak seyrüsefer mesafeleri incelendiğinde SDGG faaliyetleri kapsamında görev icra edecek gemilerin belirli bir zaman ve faaliyet programına göre hareket ettikleri not düşülmelidir. Örneğin Zonguldak'ın Çaycuma ilçesi Filyos Limanı'ndan çıkış yapan bir geminin Süveyş Kanalı'na ulaşma mesafesi 1012 nm (nautical miles/deniz mili), Süveyş'i geçişi ise 100 nm'dir. Müteakiben, Süveyş Kanalı ile Mogadişu arasına bakıldığında ise 2580 nm'lik bir seyir hattı vardır. Dolayısıyla Filyos'tan çıkıp Mogadişu'ya varmak için her bir gemi toplamda 3692 nm mesafe yol kat etmektedir.
Öte yandan gemilerin seyir mesafeleri kadar, çıkış sıraları ve varış tarihleri de planlıdır. Bu doğrultuda Süveyş Kanalına ilk girişi Gediz yaparken; kendisini sırasıyla Gökova, Ütğm. Arif Ekmekçi, Oruç Reis, Ataman, Zağanos Paşa ve Sancar'ın takip edeceği belirtilmelidir. Burada vurgulanması gereken husus SDGG'deki Gediz, Gökova ve Ütğm. Arif Ekmekçi'nin, Oruç Reis araştırma gemisi ile diğer destek gemilerine refakat ve koruma görevini üstleniyor olmalarıdır.
Halihazırda seyrüsefer halindeki Oruç Reis için Süveyş Kanalı girişi ve çıkışı sonrasında kritik olan üçüncü safha 16 Ekim'de Bab-el Mandeb Boğazını geçiş olup; 21-22 Ekim tarihinde son destinasyon noktası Mogadişu'ya varış öngörülmektedir. Seyir rotası incelendiğinde, SDGG faaliyeti icra edecek Türk gemilerin, Süveyş Kanalından çıkıp, Kızıldeniz'i ve akabinde dar ve stratejik bir hat olan Bab-el Mandeb Boğazı'nı geçeceği dikkate alınmalıdır. Önceden birçok kez güvenlik krizine yol açan, deniz trafiği ve ticaretini sekteye uğratan bu hat, 2023 sonlarından itibaren ve özellikle İsrail-Hamas çatışmasına cevaben Husilerin daha fazla saldırı düzenlediği bir hedef rotaya bürünmüştür. Ancak Türk gemileri açısından deniz güvenliği sadece Husi merkezli tehdit algısından ibaret değildir; bununla birlikte deniz haydutluğu da dikkate alınması gereken bir diğer meseledir. Her ne kadar Oruç Reis'in konuşlanması ayrılıkçı Somaliland bölgesinde yer almasa da Somali açıklarında, Kızıldeniz'in güneyinde ve Bab-el Mandeb Boğazı çevresindeki sularda korsanlık ve deniz haydutluğu halen istikrar bozucu ve ciddi bir güvenlik riski teşkil etmektedir.
Güzergah hattı, mesafe ve riskler hesaba katıldığında, Husilerin saldırısı altında, deniz haydutluğunun zirvesi sayılan Bab-el Mandeb'i geçip Somali açıklarına intikal eden Türk donanmasının sunduğu güvence olmadan, Enerji Bakanlığı'na ait Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisinin Somali'de petrol ve doğal gaz yataklarında faaliyette bulunması elbet mümkün değildir. Öte yandan mevzu, sadece Deniz Kuvvetleri'ne ait iki adet en gelişmiş fırkateynin kalkan vaziyeti icra etmesi de değildir. Zira bu fırkateynleri daha da değerli kılan şey en büyük cephanelikler, en gelişmiş silahlar ve helikopterler gibi üzerine konuşlu olan sistemlerdir. Keza gemilerde, SAT ve SAS timleri gibi ileri eğitim ve tecrübeye haiz personel hazır vaziyettedir. Zaten Türk Deniz Kuvvetleri böylesine yüksek hazırlılık güvencesi ve koruması sunmasaydı, Oruç Reis'in faaliyetleri bir yana, diğer rakip aktörlerin, Türk donanma unsurlarını orada barındırmayacakları aşikardır.
Türk Deniz Kuvvetleri'nin Somali'de deniz güvenliğini sağlamasının başka önemli çıktıları daha vardır. Öncelikle savunma ve ekonomik iş birliği çerçeve anlaşması, devlet liderlerinin el sıkıştığı bir anlaşma değildir. Her iki devletin parlamentosunda onaylandığı için liderlerin görev süreleri bitse dahi anlaşmalar geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda hidrokarbon arama ve üretimi, gerek arzın karşılanması gerekse her iki ülkenin GSYH'si için orta ve uzun vadede stratejik bir katma değer potansiyeline sahiptir. Ayrıca Türkiye ilk defa yurt dışında açık deniz arama ve geliştirme projelerine katılım göstererek stratejik bir adım atmıştır ki; dört sondaj, iki sismik araştırma gemisi ve tecrübe ettiği teknik birikim sayesinde derin deniz petrol ve doğal gaz aramalarında önemli bir oyuncu olmaya aday konumundadır.
İlaveten Somali'nin münhasır ekonomik bölgesi doğal gaz yataklarının yanı sıra "mavi ekonomi" açısından son derece kıymetli ve zengin balık rezervlerine sahiptir. 2018 Haziran'ında Tarım Bakanlığı'nın Somali ile balıkçılık ve kültür balıkçılığı alanında mutabakat zaptı imzaladığı; bu hususta, artık Somali karasularında avcılık yapma imkânına kavuşan Türk balıkçıları bilgilendirip teşvik ettiği belirtilmelidir. Sektör açısından yakıt maliyetinin yüksekliğine karşın, bölgedeki orkinos rezervinin dünya payındaki büyüklüğünün getireceği kazanç ve sahile çıktığı anda doğrudan pazarla buluşması önemli avantajlardır. Burada parantez açıp, Türk Deniz Kuvvetleri'nin bölgeye yakıt gemisi yolladığının altı çizilmelidir. Diğer taraftan Somali'nin doğal gaz, petrol ve balık rezervlerinin ötesinde altın, uranyum, demir cevheri gibi çok daha çeşitli ve zengin doğal kaynaklara sahip olduğu vurgulanmalıdır. Bu da Türkiye'nin ekonomik iş birliğini farklı sektörlere taşıması açısından kıymetlidir.
Somali'de ne işimiz var diyenlere cevaben bahsedilmesi gereken bir diğer husus savunma sanayiidir. Türkiye, Somali'de sivil uzay çalışmaları için üs kurma niyetini hayata geçirmek üzere birtakım görüşmeler yürütmektedir. Hatta bir varsayım daha ileri giderek, Türk donanmasının projeksiyonu itibarıyla Somali'de Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait bir üs kurulması da ihtimaller dahilindedir. Şayet belirtilen üsler kurulursa, o zaman Türk savunma sanayiinin pazarı belirli bir oranda Somali'ye kaydırması, örneğin Pakistan'da Karaçi tersanesinde iki gemi üretildiği gibi, spesifik alanlardaki işçiliğin taşınması olasıdır.
Şu ana kadar mevzubahis üslerin kurulması veya savunma sanayii işçiliğinin kaydırılması girişimlerine dair resmi makamlardan hiç bir açıklama gelmemiştir. Buna karşın söz konusu ihtimallerin, ilgili akademik çevrelerde tartışılıyor olması dahi memnuniyet vericidir. Zira bu tarz tartışmalar, Türk Deniz Kuvvetleri ve savunma sanayiinin ufuk ötesi vizyonu ve stratejik projeksiyonu için son derece kıymetlidir. Keza bu ihtimallerin gerçekleşmesi halinde Somali'nin istihdam, ekonomi ve savunma sanayiinde teorik ve teknik bilgi birikimi ve tecrübe için önemli bir kazanç elde edeceği hatırda tutulmalıdır.