2024 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri aşırı sağcı ve sağ popülist partilerin yükselişiyle sonuçlanırken özellikle Fransa, İtalya ve Avusturya'da ilgili partiler seçimin galibi olmuşlardır. Bilhassa ekonomik gücü itibarıyla Avrupa'nın en kilit ülkelerinden biri olan Almanya'da da benzer bir trendin yansıması olarak aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi yükselişini sürdürmüştür. Bu sonuçla birlikte aşırı sağcılar görevdeki mevcut koalisyon partilerini geride bırakarak seçimi ikinci sırada tamamlamışlardır. Dört yıllık görev süresinin yaklaşık iki buçuk yılını geride bırakan federal hükûmet partileri ise ciddi kayıplar yaşamıştır. Başta Şansölye Olaf Scholz'un da üyesi olduğu Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) hem 2021 Federal Meclis seçimlerine hem de 2019 AP seçimlerine kıyasla oy kaybetmesi, parti ve genel olarak koalisyona yönelik eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Benzer bir gerileme koalisyonun ikinci ortağı Yeşiller'de gözlemlenirken bir önceki AP seçimlerine kıyasla 8,6 puanlık oldukça yüksek bir gerileme yaşanmıştır. SPD yanı sıra Yeşiller'in tüm diğer partilere kıyasla en çok oy kaybedenler arasında yer almaları özellikle son aylardaki iç ve dış politikadaki tercihlerinin seçmen nezdinde karşılık bulamaması ve hatta tepkiye neden olması ile açıklanmaktadır. Koalisyonun en küçük ortağı Hür Demokratik Parti (FDP) ise diğer iki koalisyon ortağına kıyasla kısmî bir gerileme yaşamış olsa da partinin iddialı seçim kampanyasına kıyasla benzer şekilde başarılı olamadığı söylenebilir.
Seçimlerin galibi ise federal düzlemde ana muhalefet konumundaki Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) olmuştur. Her ne kadar CDU/CSU son AP seçimlerinde oyların yüzde 30'una ulaşmış, SPD'nin aldığı oyları (yüzde 13,9) ikiye katlamış ve hatta 2021 Federal Meclis seçimlerine kıyasla oylarını 5,9 puan artırmışsa da 2019 AP seçimleriyle karşılaştırıldığında yalnızca 1,1 puan ile sınırlı bir artış söz konusu olmuştur. Dolayısıyla ana muhalefetin olağanüstü bir başarısından ziyade daha çok koalisyon partilerinin başarısızlığından bahsetmek doğru olabilir.
Böylelikle AP seçim sonuçlarının daha çok uç noktalarda yer alan partilerin başarısını belirginleştirdiği de söylenebilir. Aşırı sağcı AfD'nin bir yükseliş yakalayarak oyların yüzde 15,9'una ulaşması ve Almanya'da ikinci sıraya yükselmesi önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir. Ayrıca AfD'nin beş eyalette seçimleri birinci sırada tamamladığı da belirtilmelidir.
Koalisyon partilerinin oy oranlarının gerilemesi sonucunu doğuran 2024 AP seçimlerinde AfD yanı sıra uç noktalarda yer aldığı ileri sürülen bir diğer parti de başarılı olmuştur. Sol Parti'den ayrılan bazı siyasîler tarafından bu yılın başında kurulan "Birlik Sahra Wagenknecht–Sağduyu ve Adalet" (Bündnis Sahra Wagenknecht – Vernunft und Gerechtigkeit / BSW) adlı yeni parti oyların yüzde 6,2'sine ulaşmış ve katıldığı ilk seçimlerde başarılı olmuştur. BSW'nin bilhassa Almanya'nın doğusunda yer alan eyaletlerde önemli bir yükseliş sağlayacağı tahminleri yapılırken, AfD seçmeninden oy alabileceği yönünde değerlendirmeler de yapılmaktaydı. Son AP seçimlerinde ise başta SPD ve Sol Parti seçmeninden ciddi bir oy alabildiği değerlendirmeleri kamuoyuna yansımıştır. Dolayısıyla BSW'nin özellikle önümüzdeki Eylül ayında Almanya'nın doğusunda yer alan üç eyalette gerçekleşecek olan önemli eyalet meclisi seçimlerinde de AfD'nin yükselişine yönelik kısmî derecede dengeleyici bir faktör olabileceği yönünde değerlendirmelere –ve belki de beklentilere– ağırlık verilmeye başlanmıştır.
Alman Siyasetinin Bundan Sonraki Seyri
2024 AP seçim sonuçları AB ülkelerinde aşırı sağcı ve sağ popülist partilerin yükselişini belirginleştirirken, Almanya'da da görevdeki koalisyon partilerinin gerilemesine ve uç noktalardaki partilere seçmenin yöneliş trendini pekiştirmiştir. Özellikle SPD ve Yeşiller'in önemli bir oy kaybı yaşaması seçmen nezdinde bu partilerin ciddi bir memnuniyetsizliğine işaret etmektedir. Öncelikli etkenlerden biri, federal hükûmetin görevde bulunduğu süre boyunca çeşitli reform ve yasal düzenlemeleri hayata geçirmiş olmasına rağmen kamuoyu önünde sürdürülen koalisyon içi tartışmaların toplum tarafından olumsuz karşılanmasıdır. Nitekim yapılan güncel anketlerde uzun bir süredir oy kaybı yaşayan koalisyon partilerinin bilhassa güvenlik ve göç gibi hususlarda toplumsal beklentilere hitap edemediği de ileri sürülmektedir. Bununla birlikte ekonomik zorluklar ve hayat pahalılığı gibi temel siyasî konularda hükûmetin spesifik seçmen kitlelerine ulaşamadığı da söylenebilir. Koalisyonun iç ve dış politika alanlarındaki tercih ve uygulamalarının yetersizliği yanı sıra Şansölye Scholz ve partisinin başarısız iletişim stratejisinin de toplumda genel olarak oldukça olumsuz bir karşılığı söz konusudur.
Avrupa ve Alman siyasetinde sürmekte olan dönüşüm trendi merkez siyasette yer alan partileri de kapsamaktadır. Bu noktada seçmenin merkez siyasete yönelik yaşadığı güven kaybı ve memnuniyetsizlikler ilgili siyasî partiler tarafından giderilmekten ziyade aradaki mesafenin daha fazla açıldığı gözlenmektedir. Bu ayrışma sürecinde temel beklenti ve taleplerin dahi hayata geçirilemediği yönündeki söylem, seçmenin daha uç noktalarda yer alan partilere yönelmesine neden olmuştur ve bu trend ilerleyen aylarda da muhtemeldir ki Almanya'da da sürecektir. Bu noktada Almanya'da son yıllarda sağ popülizmin normalleştirilmesinin de bir etkisi söz konusudur. Nitekim merkezde yer alan siyasî partilerin popülist ve hatta aşırı sağcı söylem ve politika tercihlerini benimseme eğilimi, genel olarak da siyasetin bu yöne evrilmesine katkı sağlamıştır. Dolayısıyla gelinen aşamada uç noktalardaki partilere yönelişte merkezde yer alan siyasî partilerin de bir katkısından veya normalleştirici etkisinden bahsedilebilir. Ayrıca geçmiş yıllarda AfD'ye yönelik tepki oylarından bahsetmek mümkün idiyse de gelinen aşamada seçmenlerin partiyi sadece tepki olarak değil artık –aşırı sağcı– politika önerileri ve pozisyonlarından dolayı da tercih ettiği ileri sürülmektedir.
Koalisyon partilerinin başarısızlığının altı çizilerek özellikle ana muhalefetin erken seçim çağrıları da gündemde öne çıkmış, bu vesileyle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Ulusal Meclis'i feshetme ve erken seçim kararına işaret edenler olmuştur. Öncelikle Macron'un bu kararıyla kendi görev süresinin sona ermeyeceği belirtilmelidir. Ayrıca Macron'un yaptığı son değerlendirmelerde anlaşıldığı üzere, yapılacak olan erken seçimlerde de partisi bir mağlubiyet yaşasa dahi kendisinin görevine devam edeceği bilinmektedir. Alman muhalefet partileri tarafından kısmen görmezden gelinen bu detaylar bir yana, federal hükûmet ve koalisyon partileri bir erken seçim düşüncesinde olmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu noktada ana muhalefetin de ısrarlı bir erken seçim talebinde bulunması beklenmezken, Eylül ayında gerçekleşecek olan bazı önemli eyalet meclisi seçimleri yanı sıra yaklaşık 15 ay sonra yapılması planlanan 2025 Federal Meclis seçimlerine yoğunlaşacağı tahmin edilebilir.
Koalisyon partilerinin seçmen tarafından yapılan uyarıya ne şekilde yaklaşacakları belirsizliğini korumaktadır. Şansölye Scholz'a yönelik toplumsal desteğin çok düşük olmasına rağmen SPD'nin 2025'teki Federal Meclis seçimlerinde de kendisini Şansölye adayı olarak belirlemesinde bir değişikliğin olmayacağı yönünde partililer tarafından açıklamalar yapılmaktadır. Bir diğer husus koalisyon ortaklarının AP seçimlerindeki başarısızlıklardan dolayı uzlaşıdan daha fazla uzlaşarak kendi seçmen kitlelerine odaklanma olasılığıdır. Bu durumu özellikle önümüzdeki günlerde bir uzlaşı sağlanması gereken 2025 bütçesi görüşmelerinde gözlemlemek mümkün olacaktır. Zira koalisyon partilerinin bu konuda ayrışan yaklaşımlarının hükûmetin geleceğine yönelik de etkileri muhtemeldir.