Haftanın uluslararası politika açısından en önemli gelişmesi Tahran ile P5+1 Grubu arasında İran nükleer sorununun çözümü konusunda varılan uzlaşı oldu. Taraflar, 13 yıldır uluslararası kamuoyunu meşgul eden bu sorunun diplomatik yollarla çözümü konusunda anlaştıklarını duyurdular. Bu gerçekten problemin ortadan kalkacağı ve artık çatışma riskinin bittiği anlamına mı geliyor? Bunu zaman gösterecek.
Anlaşmadan memnun olanlar kadar rahatsız olanlar da olduğu görülüyor. Önce memnun olanlara ve gerekçelerine bakalım.
Her şeyden önce anlaşmanın doğrudan taraflarının yaptıkları açıklamalardan, gelinen noktayı ve varılan uzlaşıyı büyük bir başarı olarak sundukları görülüyor. Hatta İran'da sokaklarda kutlamalar bile yapıldı ve görüşmelerde İran heyetine başkanlık eden Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Nisan ayındaki görüşmeler sonrasında olduğu gibi ülkesinde bir kahraman gibi karşılandı.
Tahran açısından bakıldığında varılan uzlaşı iki açıdan okunabilir. Öncelikle nükleer çalışmaları nedeniyle uzun süredir uluslararası baskı altında olan İran'ın, özellikle 2010 yılında alınan Güvenlik Konseyi Kararı sonrasında bu baskının altında iyice ezildiği hatırlanırsa, varılan anlaşmayla özellikle ekonomik alandaki yaptırımların ortadan kalkacak olması Tahran açısından başarı olarak görülmelidir. Bu uzlaşı aynı zamanda, ABD'nin 1979'dan beri İran'a karşı giderek sıkılaştırdığı yalnızlaştırma politikasının sona ereceğini gösteriyorsa ve İran'ın uluslararası sisteme entegre olmasının önünü açacaksa Tahran için gerçekten önemli bir dönüm noktası olacaktır. Ancak İran'ın Batı dünyasıyla sorununun yalnızca nükleer mesele olmadığı ve daha çok bir rejim sorunu olduğu hatırlanacak olursa, nükleer alanda varılan bu uzlaşının İran ile Batı ve özellikle de ABD arasında işbirliği eksenli bir ilişki kurulmasının yolunu açacağını ileri sürmek fazla iyimser olacaktır. Gerek iç gerekse de dış basında yapılan bazı yorumlarda bu yönde öngörülerin yer aldığı görülmektedir, ancak İran ve ABD'nin her ikisinde de anlaşma karşıtlarının sayısının az olmadığını ve kamuoylarındaki karşılıklı algının da çok olumsuz olduğunu hatırlamak, Tahran ile ABD arasında bundan sonra da daha çok sorunların konuşulduğu bir ilişkinin söz konusu olacağına işaret etmektedir.
Yenilgi mi zafer mi?
Bir başka açıdan bakıldığında varılan anlaşma, İran'a karşı uygulanan yaptırım ve baskı politikasının başarılı olduğunu ve bu baskılara daha fazla dayanamayan Tahran yönetiminin geri adım atmak zorunda kaldığını göstermektedir. İran baskılar karşısında uzlaşmaya yanaşmakla kendisi açısından faydalı olanı yaptı, ancak bu durum Tahran'ın kendisine karşı uygulanan güç karşısında geri adım attığını ve uluslararası hukukun kendisine verdiği bazı haklarından feragat ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu çerçeveden bakıldığında nükleer sorun konusunda P5+1 Grubu ile vardığı uzlaşı İran açısından açık bir yenilgidir. Tahran sokaklarında Ruhani yanlılarının anlaşma sonrasında zafer kutlamaları yapmaları bu yenilgi gerçeğini değiştirmiyor. İran'daki muhafazakar kesim ise anlaşmaya tam da bu açıdan bakıyor ve fazla taviz verdiğini ileri sürdükleri Ruhani'den "Batı karşısında alınan bu yenilginin" hesabını sormak için fırsat kolluyorlar.
Washington yönetimi de nükleer sorun konusunda varılan diplomatik uzlaşıdan memnun olan kesim içinde yer alıyor. Irak müdahalesi tecrübesi sonrasında çok daha kötü sonuçlanabilecek bir İran askeri müdahalesi macerasına kesinlikle sürüklenmek istemeyen Obama yönetiminin elinde fazla araç kalmamıştı. Başta İsrail lobisi olmak üzere, kendisini İran konusunda askeri seçeneklere zorlayan aktörler karşısında hızlı bir şekilde diplomatik başarıya ihtiyaç duyan Obama, bu konuda anlaşma sağlanmasıyla hem uyguladığı yaptırım politikasının askeri seçeneğe göre daha başarılı bir araç olduğunu ispatlamış oldu hem de görev süresinin son dönemlerinde İran nükleer sorunu gibi önemli bir uluslararası sorunu çözen ABD Başkanı olarak tarihe geçme şansını elde etmiş oldu. Cumhuriyetçilerin anlaşmadan memnuniyetsizliğinin nedenlerinden biri İsrail lobisinin talepleri ise bir başkası da Obama'ya böyle bir şans vermek istememeleri denebilir.
ABD'deki Cumhuriyetçiler, İsrail lobisi ve İran'daki Muhafazakârların dışında İran nükleer uzlaşısından memnun olmayan çevrelerin başında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı Arap devletleri geliyor. Bunlar İran karşıtlığı sayesinde şimdiye kadar sahip oldukları ABD'nin "sevgisini ve ilgisini" kaybedeceklerini düşünüyorlar. Ancak bölgenin ve dünyanın önemli sorunlarından birinin barışçı yöntemlerle çözülmesinden memnun olmaları ve artık Tahran ile ABD'nin negatif etkisinden arınmış rasyonel bir ilişki geliştirmenin yolunu aramaları daha doğru olur.
* Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi