Ne Sisi Mısır'ın ilk diktatörüdür ne de Mursi Nil kenarındaki bu ülkede diktatörlerin ilk mağdurudur. Bağımsız olmasının ardından Mısır'ın gördüğü tek demokratik yönetim Mursi'nin kısa cumhurbaşkanlığı dönemidir. Ancak o kısa sürede bile Müslüman Kardeşler hareketine ülkeyi yönetme fırsatı vermediler. İsrail'in açık hapishaneye çevirdiği Gazze'yi dünyaya bağlayan Refah sınır kapısını ve Süveyş Kanalı'nı kontrol eden bu önemli ülkenin 'İslamcıların' yönetimine bırakılamayacağını düşündükleri için, Mursi'nin cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından darbenin hazırlıklarına başladılar.
Onlarca yıllık diktatörlüğün ülke ekonomisinde yol açtığı tahribatın hemen düzelmesini bekleyen halkın bir kısmını sokağa dökmeleri zor olmadı. Sokakları karıştırmak suretiyle darbenin şartlarını hazırlamak yabancı olmadıkları bir konuydu. Ülkesini kolay manipüle edilir olmaktan çıkarmayı hedefleyen ve kaynaklarını kendi halkının hizmetine sunmayı amaçlayan her kim iktidara gelirse, bu yolda fazla ilerlemeden devrilmesi gerekiyordu. Lumumba, Musaddık, Allende ya da Cezayir 1992, Filistin 2006 ve üçüncü dünyada gerçekleşen sayısız darbe bu emperyalist politikanın örneklerindendir.
Bu politikalarında kendilerine her zaman yerli ortaklar da bulmuşlardır. Bunların adı bazen Pinochet, Şah Rıza Pehlevi bazen de Mobutu ya da Sisi olur, ancak arkalarında her zaman bir Kissinger vardır. Bu yerli ortakların temel özelliği kendilerine iktidardan verilen pay ile yetinmeleri ve bu pay karşılığında ülkelerinin politikalarını küresel ortaklarının çıkarlarını önceleyecek şekilde dizayn etmeleridir. Bir başka ortak özellikleri, emperyalist güçlerle kurdukları bu ortaklığın kendi ülkelerine verdiği zararın çoğu zaman farkında olmamaları ve onlarla kurdukları kirli ilişkilerin ülkeleri için en doğru yol olduğunu düşünmeleridir. Çok ihtiraslı olan bazıları ise bu ilişkinin ülkelerine çok zarar verdiğini bilerek onu devam ettirirler, çünkü onlar için kendi çıkarları ve iktidarlarının devamı her şeyden daha önemlidir.
İç savaş riski
Elitist iktidarları zarar görmesin diye halklarına karşı her türlü baskıyı yapmaya hazırdırlar. Bu baskıların en sonunda büyük sosyal patlamalara yol açabileceğini görmek istemezler ya da bundan korkmazlar, çünkü darbeyle iktidarı ele geçirmelerine yardım eden küresel ortaklarının kendilerini sonsuza kadar destekleyeceğini sanırlar. Onların ve ülke içerisinde iktidarın imkanlarından faydalandırdıkları sınırlı bir kesimin desteğinin yeterli olduğunu zannederler.
Mısır'daki darbeci yönetimin başında olan General Sisi de kendisinden önceki diktatörlerin yolundan gidiyor. Öldürerek, idam ederek ve hapse atarak Müslüman Kardeşler mensuplarının muhalefetini ortadan kaldırabileceğini düşünüyor. Suudi Arabistan, BAE, İsrail ve ABD'den aldığı desteğin muhalefetin susturulması ve kendi iktidarının devamının sağlanması konusunda yeterli olacağını zannediyor. Bu ülkelerin desteğinin sonsuza kadar devam etmeyeceğini göremiyor ve onların desteğine güvenerek artırdığı baskıların Mısır'ı her geçen gün felakete daha fazla sürüklediğini fark edemiyor.
Halkın önemli bir kesiminin düşman ilan edildiği ülkede, siyasetten dışlanan ve liderlerinin yaşamına kast edilen Müslüman Kardeşler'in radikalleşmesi ve ülkenin kanlı bir iç savaşa sürüklenmesi riski artmaktadır. Böyle bir felaketin sadece Mısır'ı değil, oradaki diktatörün yıkıcı politikalarına destek veren bütün bölge ülkelerini çok olumsuz etkileyecektir. Bu durumda Mısır'da kaybedenin yalnızca Mursi ve Müslüman Kardeşler olmayacağı da açıktır. Yaşanan gelişmeleri sadece içinde bulunduğumuz 'an' açısından değil de biraz daha geniş bir perspektiften değerlendirmemiz durumunda bu gerçekleri görmemiz zor olmayacaktır. Perspektifimizi daha da genişletebilme becerisine sahip olabilirsek, Mısır'da asıl kaybedenin Mursi değil Sisi ve ona destek verenler olduğunu, mahkemedeki son ifadesinde "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyen Mursi'nin ise aslında kazanan tarafta olduğunu görebiliriz. Ancak herkesin bunu anlamasını beklememek gerekir.