Avrupa son dönemde karşı karşıya kaldığı krizlerle başa çıkmakta zorlanıyor: Ukrayna, Yunanistan, aşırı sağın yükselişi, radikalizm ve yasadışı göçlerdeki büyük artış. Avrupa'nın geçmişte de çözmekte zorlandığı krizler olmuştu ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinden beri en zor dönemini geçirdiğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
Brüksel, ya da Berlin mi demek gerekir, Rusya'nın bu şekilde tepki vereceğini hesap etmeden Ukrayna'yı da nüfuz alanına dahil etmek istedi. Diğer doğu Avrupa ülkelerini (Baltık ülkeleri ile Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya ve Bulgaristan) birbiri ardına Rusya'nın elinden koparıp kendi etki alanına katan Almanya ve Fransa, Ukrayna'da da aynı şeyi yapmak istedi. Rusya'nın buna direnmesi bir yandan Ukrayna'nın yavaş yavaş ve büyük acılar içerisinde parçalanmasına yol açarken, bir yandan da Berlin ve Paris'e güçlerinin sınırlarını gösterdi. Şimdi Avrupa'da, askeri güç kullanmaktan çekinmeyen Rusya'ya karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda şiddetli tartışmalar yaşanıyor. Atlantik'in öte yakasındaki müttefikin de bu tartışmaların bir parçası olduğu görülüyor.
Avrupa'nın bir diğer krizi, bitmek tükenmek bilmeyen Euro krizi ve bu çerçevede özellikle de Yunanistan çerçevesinde yaşanan sorunlar. Çipras'ın seçimleri kazanması Brüksel/Berlin'in bu krizi de yönetemediğini gösteriyor. 2009'dan beri uygulanan kemer sıkma politikalarının iyice radikalleştirdiği Yunanistan halkı seçim sonuçlarıyla artık Berlin tarafından yönetilmek istemediğini göstermiş oluyor. Krizin hemen ardından Atina'da teknokrat bir hükümeti işbaşına getiren Brüksel/Berlin, artık kendi belirlediği politikaları harfiyen uygulayacak bir iktidar dizayn edemiyor. İspanya, Portekiz ve hatta İtalya'nın da sırada olduğu, bu ülke halklarının da Brüksel/ Berlin'e isyan etmesinin yakın olduğu konuşuluyor.
Devasa sorunlar
Brüksel/Berlin, Avrupa'da aşırı sağın ve Avrupa Birliği karşıtlığının yükselişine karşı da bir çözüm bulamıyor. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 120 civarında milletvekilinin yıkmak istedikleri Avrupa Parlamentosu çatısının altına girmesi bu tehlikenin açık bir göstergesi. Üstelik Fransa ve İngiltere gibi iki büyük AB ülkesinde parlamento seçimlerinden birinci parti olarak çıktılar. Bu konuda kendisine çok güvenen Almanya'da da PEGIDA hareketiyle boy gösteren ırkçı kesimlerin ortak noktalarından birisi İslam karşıtı olmaları.
İslam karşıtlığının Avrupa'da bu kadar yaygınlaşması Paris saldırısına benzer eylemlerin Avrupa'da artma riskini beraberinde getiriyor. Avrupa'nın barındırdığı Müslüman nüfus düşünüldüğünde, bu Müslümanların ırkçı ve İslam karşıtı kesimler tarafından terörize edilmesinin onları da radikalleştireceği ve bunun da Paris ve Kopenhag saldırılarına benzer eylemleri tetikleyebileceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Avrupa'nın Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki İslamcıların demokratik yollardan iktidara gelmesine karşı çıkan koalisyonun bir parçası olarak bu bölgelerdeki radikalleşmeden doğrudan sorumlu olduğu düşünüldüğünde, buralarda biriken öfkenin Avrupa'ya muhtemel yansımaları da Brüksel/Berlin'in başa çıkması gerek sorunlar arasında bulunuyor.
Brüksel/Berlin'in ince düşünülmüş müdahaleci politikalarını Avrupa'da akamete uğratan şeyler oluyor. Rusya'nın askeri güç kullanmaya hazır saldırganlığı, Yunanistan halkının 'artık yeter' diyen başkaldırısı ile onu takip edebilecek başka 'kemer sıkma mağdurları', Avrupa Birliği'ni ve temsil ettiği değerleri yıkmak isteyen aşırı sağcılar ve onların saldırılarına karşı radikalleşen İslamcılar... Bütün bunlar Brüksel/Berlin'in önünde çözülmesi gereken devasa sorunlar olarak duruyor.
* Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi