31 Mart yerel seçimleri bir yönüyle sürpriz, bir yönüyle ise önceden kısmen tahmin edilebilecek sonuçlar doğurdu. Sonuçların öngörülebilecek yönü, 2019'da CHP'nin kazandığı İstanbul ve Ankara'nın yanı sıra sahil şeridinde bulunan illerde belediyeleri yeniden almasıydı. Hakeza 2023 seçim sonuçlarından hareketle Bursa, Balıkesir ve Denizli gibi büyükşehirlerde belediye yönetiminin değişmesi uzak ihtimal değildi. Sürpriz ise ana muhalefet partisinin daha önce seçim başarısı elde edemediği Manisa, Kütahya, Adıyaman, Kırıkkale gibi muhafazakâr siyasetin geçmişten beri güçlü olduğu illerdeki sonuçlar oldu. CHP, bu illeri ve bazı büyük ilçeleri, bazen Cumhur İttifakının iki ortağı AK Parti ve MHP'nin oylarının bölünmesinden yararlanarak bazense sağ partilerden transferle kazandı.
Bunun yanında, CHP, Millet İttifakının dağılmasından sonra İyi Parti'nin oylarının büyük kısmını kendine çekmeyi başardı. DEM Parti de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri dışında büyük oranda CHP'ye destek verdi. Böylece CHP öncülüğünde gayrı resmî bir koalisyon kuruldu. Kampanya sürecinde CHP, adeta siyaset yapmayarak yalnızca toplumun ekonomik sorunlarına odaklandı. Bir önceki seçimlere damgasını vuran sığınmacı meselesi, dış politika ve terör gibi konulara neredeyse hiç girilmedi. Ayrıca iktidar blokunun kendi seçmen kitlesini konsolide etmesine yarayacak ideolojik bir dil kullanılmasından da ısrarla kaçınıldı. Buna ek olarak CHP içindeki lider değişikliğinin ve pek çok yerde yeni adaylarla seçime girilmesinin de olumlu sonuçlar doğurduğu söylenebilir.
Kuşkusuz bu sonuçların ortaya çıkmasında çok sayıda etmen var. Seçim sonrasında hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı ilk etmen, ekonomik sorunların ve yükselen enflasyonun hayatlarını zorlaştırdığı dar gelirli kesimlerin iktidara tepki göstermesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen yıl da aynı sorunlara yaşanmasına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde söz konusu toplumsal kesimlerden aldığı destek, bu kez belediye başkan adaylarına yönelmedi. Bir bakıma seçmen, Erdoğan ile AK Parti adayları arasında bir ayrım yaptı. Bu durum, öncelikle Erdoğan'ın kişisel oyunun hâlâ AK Parti'nin genel oranının çok üzerinde olduğuna işaret ediyor. Ülke yönetimi söz konusu olduğunda Erdoğan'a güvenlerini yeniden gösteren seçmenler, bir bakıma içinde bulundukları durumu iktidara hatırlattılar. Burada AK Parti açısından işleri zorlaştıran mevzu, iki seçim arasındaki zamanın oldukça kısa olmasıydı. Yaklaşık dokuz aylık bir süre zarfında dar gelirli kesimlerin hayatlarını kolaylaştırmak konusunda önemli bir mesafe kat edilememesi seçmenlerin tercihlerini etkiledi.
Deprem bölgesindeki sonuçlar da aynı minval üzere değerlendirilebilir. AK Parti, bölgede pek çok ili kazanmasına rağmen oylarında düşüş yaşanması, seçmenlerin kendi durumlarını siyasî iktidara tekrar hatırlatması şeklinde görülmeli. Seçim sonuçlarının gösterdiği ilginç bir gerçek ise emekliler başta olmak üzere dar gelirli kesimlerin muhalefete oy vermenin dışında sandığa gitmemek yönünde bir tepki göstermeleri oldu. AK Parti'nin güçlü olduğu yerlerde katılım oranı 2019 ve 2023 seçimlerine göre yaklaşık sekiz puan düştü. Dolayısıyla AK Parti, bu seçmenleri tümden kaybetmedi. Ancak seçmenlerin içinde bulundukları şartların iyileştirilmesine yönelik bir mesaj verdikleri anlaşılıyor.
Diğer taraftan seçim kazanma konusunda başka hiçbir siyasetçiye nasip olmayan bir tecrübesi bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerel seçimlerde bir irtifa kaybı riskini öngörmemesi mümkün değil. Pandemi sürecinden bu yana alınan tüm tedbirlere rağmen ekonomik sorunlar çok sayıda insanın hayatını olumsuz şekilde etkiliyor. Buna deprem sonrasında etkileri iyice hissedilen konut ihtiyacından dolayı yükselen emlak fiyatları ve kiralar da eklenebilir. Zaten muhalefet, seçim sürecinde argümanlarını büyük ölçüde ekonomik zorluklar üzerine kurmuştu. Seçmenlerde asgarî ücretin ve emekli maaşlarının iyileştirilmesi yönünde bir beklenti doğdu. Seçim sürecinde olunması bu beklentilerin daha da güçlenmesine neden oldu. Buna karşılık Erdoğan, emeklilere bütçe imkanlarının elvermeyeceği türden zam yapmak, asgarî ücreti reel sektörün yüklenemeyeceği bir yere taşımak veya memurlar gibi geniş kesimlere ayrıcalıklar tanımak gibi popülist adımlar atmadı. Kısacası iktidar partisi, seçim ekonomisi uygulamadı. Cumhurbaşkanı, tüm kampanya sürecinde ekonomik sorunlardan etkilenen toplumsal kesimlere içinde bulundukları durumun farkında olduklarını, ancak bunu çözmek için zamana ihtiyaç duyduklarını anlattı.
Aynı şekilde Erdoğan, seçim kampanyası sürecinde beka ve güvenlik sorunları gibi genel siyasete yönelik mesajlar vermek yerine belediyecilik hizmetlerinin yürütülmesinde partisinin geçmişteki başarıları üzerinde durdu. Cumhurbaşkanı, siyasetin tansiyonunu yükseltmek yerine kuşatıcı ve ılımlı bir dil kurdu. Dolayısıyla Erdoğan'ın yerel seçimlerde olumsuz sonuçlarla karşılaşmak pahasına Türkiye'nin kendi yönetiminde geçecek dört yılını tehlikeye atmama yönünde bir tavır izlediği görüldü. Buna karşılık dar gelirli kesimlerde yükselen beklentiler, ilave zam verilmemesi sonucunda hayal kırıklığına dönüştü.
Yerel yönetimlerde ortaya çıkan sonuçların ülke yönetimine etkileri konusunda siyasî hayatımızda farklı örnekler var. 1989 yılında Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP), ANAP iktidarına karşı üç büyükşehri de içeren bir seçim zaferi kazanmıştı. Ancak SHP, belediye yönetimindeki olumsuz performansı nedeniyle başarısını ne 1991 genel ne de 1994 yerel seçimlerine taşıyabildi. 1994'te belediyelerin çoğunu devralan Refah Partisi ise AK Parti'yi de iktidara taşıyacak bir başarı hikayesi yazdı. CHP'nin bu seçimlerde elde ettiği sonucu bir ileri aşamaya ne ölçüde taşıyabileceği oldukça kuşkulu. Zira 31 Mart seçimlerinde tüm siyasî konjonktür adeta CHP'nin lehinde işledi. Bu durumun aynı şekilde devam edeceğini beklemek eşyanın doğasına aykırı. Elbette seçim sonuçları üzerinde AK Parti'nin de ciddi anlamda bir özeleştiri yapması gerekiyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Erdoğan, sonuçlarla yüzleşmekten ve ciddi bir özeleştiri yapmaktan kaçınmayacaklarını açıklıkla dile getirdi. Bu noktada değişen sosyolojiyi anlamak ve AK Parti'nin geleneksel tabanının bir kısmını neden sandığa götüremediğini doğru analiz etmek öncelikli mesele şeklinde beliriyor. Böyle bir ciddi muhasebe, seçim sonuçlarına yön veren talî unsurların etkilerinin ortadan kalkmasını ve toplumun siyasî kodlarına dönmesini sağlayacaktır.