Bir göç ülkesi olarak kabul gören İngiltere, son yıllarda düzensiz göçü engellemeye yönelik izlediği sıkı politikasıyla dikkat çekiyor. Bu hedef doğrultusunda somut düzenlemelere giden İngiltere, geçen hafta iki önemli karara imza attı. İlki İçişleri Bakanlığının hazırladığı Yasa Dışı Göç Yasa Tasarısı. Geçen hafta Meclise sunulan ve kısa zamanda yasalaşması beklenen tasarıyla özellikle Manş Denizi üzerinden botlarla ve küçük teknelerle ülkeye yasa dışı yollardan giren kişilerin ivedilikle sınır dışı edilmeleri ve bu kişilerin İngiltere'ye sığınma başvurusu yapmaları imkânsız hale getiriliyor.
Yazının bundan sonrasının daha iyi anlaşılması adına öncelikle bazı rakamları paylaşmak gerekiyor. Bu bağlamda İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2018'de 299 düzensiz göçmen Manş Denizini yasa dışı yollardan geçerek İngiltere'ye varmışken bu sayı 2019'da 1843'e, 2020'de 8466'ya, 2021'de 28526'ya ve geçtiğimiz yıl 45755'e yükselmiştir. Bu verilerden anlaşılacağı üzere Manş Denizi üzerinden İngiltere'ye ulaşan düzensiz göçmenlerin sayısı son bir yılda iki kat artmış durumda.
Hükümetin 7 Mart 2023'te Meclise sunduğu 59 sayfalık yasa tasarısına yakından bakıldığında beş maddenin ön plana çıktığı görülüyor. Birincisi İngiltere'ye yasa dışı yollarla girenlere sığınma talebi hakkının verilmemesi. İkincisi ülkeye yasa dışı yollarla girenlerin gözaltında tutuldukları ilk 28 günde kefaletle serbest kalmalarının ve adli inceleme talebinde bulunmalarının engellenmesi. Üçüncüsü ülkeye yasal yollarla yerleşecek mülteci sayısına kota getirilmesi ve bu sayının yerel otoriterlerle yapılacak istişareler neticesinde her yıl Meclis tarafından belirlenmesi. Dördüncüsü ülkeden sınır dışı edilen kişilerin ülkeye geri dönmelerinin ve İngiliz vatandaşlığı edinmelerinin yasaklanması. Beşincisi İçişleri Bakanına verilecek yetkiyle ülkeye yasa dışı yollarla girenlerin güvenliyse kendi ülkelerine, değilse güvenli üçüncü ülke olarak belirlenen 57 ülkeden birine gönderilmesi.
Güvenli üçüncü ülkeler bahsi geçmişken İngiltere'nin yasa dışı yollarla ülkeye giren göçmenlerden bir kısmının sığınma başvuruları sonuçlanıncaya kadar "misafir edilmeleri" için geçen yıl Ruanda'yla imzaladığı anlaşmayı unutmamak gerekir. Dönemin Boris Johnson hükümeti, Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklığı adını verdiği plana gerekçe olarak açıkça ekonomik olmasını göstermişti. Yani İngiltere, mezkûr planla kendi sınırlarında tutmak istemediği göçmenleri az gelişmiş ülkeler arasında yer alan Ruanda'ya gönderecek ve buna karşılık bu ülkeye ekonomik kalkınma yardımı yapacak.
Ayrıca geçen yıl yürürlüğe giren Uyruk ve Sınırlar Yasası ile ülkeye yasa dışı yollardan girmeye çalışan göçmenlere hapis cezası verilmesinin ve vatandaş olanların vatandaşlıktan çıkarılmasının önü açılmıştı. Hakeza İngiltere, 2021'de Arnavutluk ve 2022'de Sırbistan ve Pakistan ile geri kabul anlaşması imzalayarak bu ülkelerden yasa dışı yollarla ülkeye giren kişilerin geldikleri ülkeye iade süreçlerini hızlandırmıştı. Dolayısıyla İngiltere'nin düzensiz göçü engellemeye yönelik hamlelerini bir yapbozun parçaları gibi görmek lazım.
Sunak hükümeti, bu tasarıya gerekçe olaraksa Manş Denizi'ni yasa dışı yollardan geçen kişilerin doğrudan savaşın hüküm sürdüğü bir ülkeden, zulümden veya hayati tehlikelerden kaçmamasını ve bu kişilerin güvenli Avrupa ülkeleri üzerinden İngiltere'ye geçmesini gösteriyor. Hükümetin sunduğu ikinci gerekçe mantıklı olmakla birlikte ilk gerekçenin zemini oldukça tartışmalı. Çünkü İngiltere'ye sığınan göçmenlerin tamamına yakınının vatandaşı olduğu ülkede iç savaş ya da istikrarsızlık hâkim. Örneğin, İçişleri Bakanlığı verilerine göre geçen yıl İngiltere'den iltica talep edenler arasında Afganistan, Irak, Suriye ve Eritre gibi güvensiz ülke vatandaşlarının ön planda olduğu görülüyor. Dolayısıyla sığınma başvurularının fiilen engellenmesini amaçlayan Yasa Dışı Göç Yasa Tasarısı, İngiltere'nin de taraf olduğu 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin "Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir" maddesiyle bağdaşmıyor. Bunun yanı sıra İngiltere'nin ulusal güvenliğini koruma bahanesiyle düzensiz göç konusunu güvenlikleştirmeye yönelik attığı bu adımlar, ülkedeki göçmen karşıtlığının artmasına ve göç karşıtı uygulamaların normalleşmesine yol açabilecek riskler taşıyor.
Uluslararası örgütler de Sunak hükümetinin Meclise sunduğu tasarıdan rahatsız. Örneğin, Birleşmiş Milletlerin konuyla ilgili iki sorumlu organı Mülteciler Yüksek Komiserliği ve İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, uluslararası korumaya muhtaç kişilerin İngiltere'deki iltica sistemine erişimini engelleyeceği gerekçesiyle tasarıya karşı çıkıyor. Aynı şekilde Af Örgütü dâhil olmak üzere konuyla ilgilenen birçok küresel sivil toplum örgütü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ve 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesini ihlal ettiği gerekçesiyle tasarıya karşı çıkıyor. Ancak bu tepkilerin hiçbirisi tasarının yasalaşmasını ve uygulanmasını engelleyebilecek güce sahip değil.
Öte yandan Sunak hükümeti, geçen hafta önemli bir icraatta daha bulundu ve düzensiz göçle müşterek mücadele için Fransa'yla yeni bir anlaşma imzaladı. Sunak'ın Paris'e yaptığı ziyarette imzalanan anlaşmaya göre İngiltere, Fransa'dan çıkıp Manş Denizi'nden kendi sınırlarına geçmek isteyen küçük göçmen teknelerin engellenmesine yardımcı olmak için Fransa'ya 2026'ya kadar yaklaşık 550 milyon avro tutarında mali destekte bulunacak. Buna karşılık Fransa, düzensiz göçmenlere yönelik yeni bir gözaltı merkezi açacak ve Calais koyları başta olmak üzere Manş Denizi'nden İngiltere'ye yasa dışı geçişleri engellemek için 500 kişilik yeni bir ekip kuracak. Ayrıca iki ülkenin güvenlik güçleri Fransa'nın İngiltere'ye bakan sahillerinde birlikte devriye yapacak.
Sunak liderliğindeki Muhafazakârlar, Fransa ile anlaşarak aslında en geç Ocak 2025'te yapılması planlanan sonraki genel seçime kadar düzensiz göç meselesini gündemden kaldırmış oluyor. Zira yapılan anlaşma seçimden sonra biteceği ve bu süre zarfında Fransa'dan İngiltere'ye geçmeye çalışan göçmenlerin sayısı büyük ihtimalle azalacağı için muhalefetin hükümete yönelik "Göçle mücadele etmiyorsunuz" iddiaları anlamsız olacak. Bu nedenle Sunak hükümeti, seçim sürecini hesaba katıp Fransa'yla üç yıllık anlaşma yaparak muhtemel eleştirilere karşı ön almış oldu.
Burada önemli bir husus olarak not etmek gerekir ki son zamanlarda yeniden gündeme gelen Fransa'nın kuzeyindeki Calais şehri, İngiltere'nin güneyindeki Dover şehrine yaklaşık 40 km uzaklıkta olduğu için düzensiz göçmenlerin uğrak noktaları arasında yer alıyor. Bu nedenle İngiltere, David Cameron döneminden beri Calais'ten gerçekleşen düzensiz göçü engellemek için yoğun çaba sarf ediyor. Eylül 2016'da Calais'in sahil hattına duvar örülmesi bu çabaların ilk çıktılarından birisidir. Tüm masrafları İngiltere tarafından karşılanan duvar projesine müteakiben Manş Denizi üzerinden İngiltere'ye ulaşan göçmenlerin sayısında gözle görülür seviyede azalma yaşandı. Ancak İngiltere'nin mali yardımını yetersiz bulan Fransa, sınırdaki kontrolü gevşetince İngiltere'ye giriş yapan düzensiz göçmenlerin sayısı yeniden artmaya başladı. Bu nedenle Başbakan Sunak, geçen hafta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaptığı görüşmede daha fazla mali destek taahhüdünde bulunarak Paris'i yeniden iş birliğine ikna etti.
Kısacası geçen hafta yaşananlar dâhil olmak üzere son yıllarda üst üste yaşanan gelişmeler bir bütün halinde değerlendirildiğinde İngiltere'nin sınırlarına yönelik düzensiz göçü tamamen olmasa da en aza indirmek için sıkı bir politika izlediği görülüyor. Bunun için İngiltere, kendi içinde yasal düzenlemelere giderek ve diğer ülkelerle anlaşmalar yaparak düzensiz göçle mücadele yükünü hafifletmeye çalışıyor. Bunlara dayanarak İngiltere'nin düzensiz göçe karşı önümüzdeki süreçte yeni ve somut kararlar almaya devam edeceği söylenebilir.