İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılışı olarak bilinen meşhur Brexit sürecinin gölgesinde Theresa May'in 2019'da görevinden istifa etmesi üzerine baş gösteren kaos ortamını fırsat bilerek başbakan olan Boris Johnson, sadece iki gün içerisinde bakanlar dahil olmak üzere 50'nin üzerinde üst düzey hükümet yetkilisinin istifası üzerine derin bir yara aldı. Bu gelişmeyi müteakiben Johnson, Perşembe günü yaptığı açıklamayla görevinden ayrılma kararı aldı. Sadece Muhafazakarlar için değil İngiliz siyaseti için de önem arz eden bu gelişmeyi değerlendirmeden evvel Johnson'ın neden istifa ettiğini ve bu noktaya nasıl gelindiğini irdelemek gerekiyor.
Öncelikle yukarıda bahsedildiği üzere Johnson, Brexit nedeniyle partide ve iç siyasette süregelen kaos ortamını fırsat olarak kullandı. 2016'daki AB referandumunda sıkı bir Brexit kampanyasını yürüterek popülerliğini arttıran Johnson, selefi May'in istifasının ardından "kesin Brexit" sözüyle göreve geldi. Brexit'in gölgesinde 2019 Aralık ayında gerçekleşen erken genel seçim sonucunda Johnson liderliğindeki Muhafazakarlar, tüm krizlere rağmen yüzde 44 oyla 365 milletvekili çıkartarak önemli bir başarı sergiledi. Bunu müteakiben Johnson, söz verdiği üzere Brüksel'le Brexit anlaşmasını tamamlayarak İngiltere açısından önemli bir krize son verdi. Bunların sonucunda Johnson'ın parti içindeki konumu ve toplum nezdindeki imajı güçlendi.
2020 Mart ayı itibariyle tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını ise Johnson ve hükümeti için zorlu bir imtihan oldu. Bir yandan "sürü bağışıklığı" olarak bilinen ve toplumun geniş bir kısmının salgından etkilenmesine bilinçli olarak izin veren politika nedeniyle hükümet üzerinde ağır bir kamuoyu baskısı oluştu. Nitekim bu politika nedeniyle (Worldometers'ın 8 Temmuz 2022 verilerine göre) İngiltere, salgın nedeniyle en fazla can kaybı veren yedinci ülke olarak kayıtlara geçti. Kamuoyunun tüm eleştirilerine rağmen hükümetin bu politikada ısrar etmesi, Johnson'a ve kabinesine yönelik eleştirilerin artmasına yol açtı.
Daha önemlisi koronavirüs salgını boyunca halkın karantinaya zorlandığı dönemlerde Johnson'ın karantina kurallarını hiçe sayarak davetlerde boy göstermesi, parti içindeki ve kamuoyu nezdindeki rahatsızlıkları hat safhaya çıkardı. Johnson'ın konuyla ilgili iddiaları yalanlamasına rağmen daha sonra Partygate Skandalı olarak anılan olayları "üzülerek" kabul etmesi siyasi itibarına iyice gölge düşürdü.
Johnson'a yakın isimlerden Muhafazakar Partili milletvekili ve partinin Grup Yöneticisi Chris Pincher'ın kendisine yönelik birçok kez gündeme gelen taciz suçlamalarına rağmen başbakanın desteğiyle meclisteki idari görevine devam etmesi, Johnson'ı istifaya götüren ikinci faktör oldu. Kamuoyunun hassas olduğu bir konuda Johnson'ın rahat davranması ve görevden almak yerine Pincher'a destek çıkması, tabii olarak partinin ahlaki değerlerden uzaklaştığı yorumlarına sebep oldu. Daha çarpıcı olansa Başbakan Johnson, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada Pincher hakkında üç yıl önce benzer iddianın kendisine ulaştığını itiraf ederek özür diledi.
Pincher Skandalının gölgesinde 6 Haziran'da Muhafazakar Parti Meclis Grubunda yapılan güven oylamasını Johnson 148'e karşı 211 oyla kazansa da kabinedeki tepkiler sona ermedi. Maliye Bakanı Rishi Sunak ile Sağlık Bakanı Sajid Javid, Başbakana artık güven duymadıklarını belirten mesajlarla istifa ederek Johnson üzerindeki baskıyı arttırdılar. Nitekim iki bakanın istifanın ardından bakan, bakan yardımcısı, müsteşar ve özel sekreter düzeyinde 50'nin üzerinde hükümet yetkilisinin istifa etmesi Johnson'ı istifaya mecbur bıraktı. Böylece İngiltere'de Brexit kaosunun gölgesinde başlayan Johnson dönemi, peşi sıra ortaya çıkan skandallar ve parti içindeki kontrolün kaybedilmesi nedeniyle son buldu.
Johnson açısından beklenen bu sonla birlikte Muhafazakar Parti 2016'dan bu yana üçüncü kez lider değiştirmiş oldu. Ülke siyasetine yön veren iki kitle partisinden biri olarak Muhafazakar Parti içinde yaşanan istikrarsızlığa son verilmezse ve parti yönetimi rasyonel bir aday etrafında mutabık kalamazsa 2025 Ocak ayında gerçekleşecek genel seçimlerde Muhafazakarlar iktidarı kaybedebilir. Nitekim bu yılın Mayıs ayında İngiltere, Galler ve İskoçya'da gerçekleşen yerel seçimlerde Muhafazakarların daha önce ellerinde tuttukları 12 belediyeyi ve 485 belediye meclis üyesini kaybetmeleri, Muhafazakar seçmenin partiye verdiği önemli bir mesaj olarak görülüyor. Bu açıdan Johnson'ın yerine gelecek yeni liderin önceki Başbakan Theresa May gibi düşük bir profile sahip olmaması ve sabık Başbakan Boris Johnson gibi popülist olmaması önem arz ediyor.
Tam da burada Johnson sonrasında partinin ve hükümetin yeni liderinin kim olabileceği sorusu gündeme geliyor. Öncelikle yeni parti lideri seçilene kadar Johnson'ın parti ve hükümet liderliğine devam edeceğini belirtmek gerekiyor. Sonbaharda gerçekleşmesi beklenen parti kongresinden galip çıkacak aday, aynı zamanda ülkenin yeni başbakanı olacağı için birçok muhafazakar siyasetçinin şimdiden adaylık sinyali verdiği görülüyor. Bunlar arasında Savunma Bakanı Ben Wallace, Ticaret Bakanı Penny Mordaunt, Maliye Bakanı Rishi Sunak ve Dışişleri Bakanı Liz Truss şu an için güçlü adaylar olarak ön plana çıkıyor.
Yukarıda zikredilen isimlerden Ben Wallace'ın şimdilik diğerlerinden bir adım önde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Karizmatik kişiliğinin ve Muhafazakar Parti içerisindeki güçlü konumunun yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşında İngiltere'nin Ukrayna'ya yaptığı askeri yardımların koordinasyonunda aktif rol olarak görünür olması, Wallace'ın favori olmasındaki faktörler arasında yer alıyor. Nitekim YouGov ve diğer bazı araştırma şirketleri tarafından yapılan öncü anketlerde Wallace açık ara birinci sırada çıkması, önemli bir gösterge olarak kabul edilebilir. Yine de parti kongresinin yapılacağı sonbahara kadar uzun bir süre olduğu için yeni parti lideri ve dolayısıyla ülkenin yeni başbakanı için kıyasıya bir yarış bekleniyor.
Brexit türbülansını fırsat bilerek hem Muhafazakar Partinin hem de hükümetin başına geçen Boris Johnson'ın istifası, İngiliz iç siyasetinde 2016'dan beri süregelen istikrarsızlığın bir süre daha devam edeceğini göstermesi bakımından da önem taşıyor. Geçen altı yılda üç kez başbakan değiştiren ve iki kez erken genel seçime giden ülkede bu anormal gidişatın sona ermemesi halinde İngiltere, uzun bir süre kendi içindeki sorunlarla boğuşmaya devam edebilir ve dış politikada pasif bir tutum sergilemek zorunda kalabilir.