Rumlardan müteşekkil bir grup EOKA militanının, "barış ve huzur adası" Kıbrıs'taki Türk soydaşlarımıza yönelik 21 Aralık 1963 tarihinde başlattığı "Kanlı Noel" (Bloody Christmas) saldırılarının üzerinden tam 58 yıl geçti. Rumların ve onların siyasi hamisi Yunanistan'ın yaşananların üstünü örtme çabaların karşın acı hatıralar, Kıbrıs Türk toplumun hafızasında hala önemli bir yer tutuyor ve bundan sonra da tutmaya devam edecek.
Kanlı Noel ile ilgili değerlendirme yapmadan evvel, bu süreçte neler yaşandığını hatırlamak lazım. Bu çerçevede meselenin evveliyatına çok girmeden, Rumların Kıbrıs Adası'ndaki Türk varlığını sona erdirmek için uzun yıllardır çaba gösterdiklerini belirtmek gerekiyor. 1960'lara kadar bazen artan bazen azalan toplumsal gerilim, Rumların anavatan olarak gördükleri Yunanistan'a bağlanma ülkülerini (Enosis) hayata geçirmek istemeleriyle yeni bir safhaya geçti. Daha sonra Kıbrıs'taki Türklerin etnik temizliğini öngören Akritas Planı kapsamında, 30 binden fazla Türk mukim oldukları yüzden fazla köyü terk etmek zorunda kaldı.
Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları bunlarla sınırlı kalmadı. Öyle ki barbarlaşan terör örgütü EOKA militanları, hedef gözetmeksizin Türklere yönelik kanlı saldırılara başladılar. Lefkoşa'da 21 Aralık 1963 gecesi otomobillerine açılan ateş sonucu, iki Kıbrıs Türkü şehit oldu. Daha sonra Türklere yönelik canice saldırılar hız kesmeden devam etti ve 360'dan fazla Türk vahşice katledildi.
İlerleyen süreçte de Türklere yönelik kanlı saldırılar hiç kesilmedi. Nihayetinde EOKA'nın türevi EOKA-B'nin elebaşı Nikos Sampson'un Yunanistan'daki cuntanın desteğiyle 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta iktidarı ele geçirmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Meseleyi diplomatik yollarla çözme girişimleri de sonuç vermeyince, Türkiye garantörlük yetkisini kullanarak Ada'ya askeri müdahalede bulundu. Böylece hem Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal güvenliği temin edildi hem de adanın kuzeyinde müstakil bir Türk devletine giden sürecin önü açıldı.
Öte yandan 58 yıl önce Kıbrıs Türk toplumuna yönelik düzenlenen kanlı saldırılarla ilgili bir dizi değerlendirme yapılabilir. Bu bağlamda öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki Rumlar, bu süreçte Ada'daki Türkleri sırf Müslüman ve Türk oldukları için yok etmek istediler. Bundan ötürü gerek Kanlı Noel sürecinde gerekse sonrasında yaşananlar, açıkça bir soykırım teşebbüsüydü.
İkinci olarak Rumların ve onların siyasi hamisi Yunanistan'ın, yıllardır yürüttükleri dezenformasyon kampanyalarının aksine Kıbrıs meselesini başlatan Türkiye değil, Enosis ülküsüne sahip Rumlardır. Ayrıca mesele, Türkiye'nin mücbir sebeplerden ötürü Ada'ya askeri harekât düzenlediği 1974 yılında değil, Rumların Kıbrıs Türk toplumuna karşı silahlı saldırılara yöneldiği 21 Aralık 1963 tarihinde başladı. Haliyle objektif tarihi gerçeklikler ortadayken, Kıbrıs'ın bir mesele haline gelişindeki tüm sorumluluk, soykırıma teşebbüs eden Rumlara ve onlara destek veren Yunanistan'a aittir.
Üçüncü olarak GKRY-Yunanistan ikilisinin, Kıbrıs meselesinin çözümü yolunda kıyasıya savunduğu "sıfır asker, sıfır garanti" talebinin, Türk tarafınca kabul edilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Zira daha dün yaşanmış gibi hatırası hala diri olan Kanlı Noel saldırısı ve benzerleri dikkate alındığında, Ada'da zamanla azınlık haline getirilen Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal güvenliğini sağlayabilecek tek aktörün Türkiye olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak duruyor. Her ne kadar kendilerini taraflar arasında arabulucu olarak gören bazı kesimler, Ada'daki sivillere yönelik saldırıların gerçekleşme ihtimalinin zayıf olduğunu savunsa da bu tür olayların farklı şekillerde gerçekleşmeyeceğinin garantisini kimse veremiyor. Dolayısıyla tarihten ders alarak, bu tür elim hadiselerin tekrar yaşanmaması adına Türkiye'nin, Ada üzerindeki garantörlüğünün ve Ada'da mukim askeri varlığının devamı gerekiyor.
Kanlı Noel saldırılarıyla ilgili dördüncü olarak uluslararası toplumu oluşturan kurumların, bu tür durumlarda etkisiz kaldıklarını ve gereken sorumluluğu alamadıklarını vurgulamak gerekiyor. Öyle ki ne Birleşmiş Milletler ne de o dönem Avrupa Ekonomik Topluluğu adıyla faaliyet gösteren günümüzün Avrupa Birliği, Türkiye'nin tüm çabalarına rağmen saldırıların sona ermesi için elle tutulur bir şey yapmadı. Zaten bir şey yapmış olsalardı, bu süreçte Ada'daki katliamların önüne geçilebilirlerdi. Nitekim Birleşmiş Milletler Kıbrıs Barış Gücünün bölgedeki varlığı bile Rumların, Türklere yönelik saldırılarına engel olamadı. Konuyla ilgili daha yakın tarihte Bosna'da ve Ruanda'da yaşanan soykırımlarda da uluslararası toplumun iflas ettiği gerçeği dikkate alınırsa, bazı idealist kesimlerin savunduklarının aksine uluslararası toplumun böylesi durumlarda tam manasıyla işlevsiz kaldığı söylenebilir.
Aynı minvalde bugün olduğu gibi katliamların yaşandığı süreçte de Ada üzerinde garantörlük yetkisi bulunan diğer ülkeler İngiltere ve Yunanistan da katliamların durması yönünde en ufak çaba göstermediler. Hatta süreç boyunca bir nevi üç maymunu oynayarak, dolaylı da olsa katliamlara destek çıktılar. Buna dayanarak yaşanan katliamlardan bu iki ülkenin de sorumlu olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu da Kıbrıs Türk toplumunun, her halükarda güvenecekleri tek merciin Türkiye olduğunu ortaya koyuyor.
Netice olarak Ada'nın güneyinde Türklere yönelik hala derin bir nefretin mevcut olduğunu akılda tutarak, olası yeni acı hatıralara geçit vermemek gerekiyor. Bunun içinse Kıbrıs Türkünün yegâne güvencesi Türkiye'nin, Ada üzerindeki söz hakkının daimi olması önem arz ediyor.
Bu yazı vesilesiyle Kıbrıs'ta acımasızca şehit edilen Türk soydaşlarımızı rahmetle yâd ediyor; böylesi bir olayın tekrar yaşanmamasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyorum.