Almanya'da 16 yıllık Merkel iktidarı, 8 Aralık Çarşamba günü resmen sona erdi. Buna paralel olarak Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FPD) arasında kurulan liberal sol eğilimli yeni hükümet göreve başladı. Hükümeti tesis eden partilerin renkleri nedeniyle "trafik lambası" olarak adlandırılan üçlü koalisyonda, beklendiği gibi SPD'li Olaf Scholz yeni Şansölye (başbakan) seçildi. Koalisyonun büyük ortağı SPD, kritik kurum başbakanlığın yanı sıra içişleri dahil olmak üzere toplam altı bakanlık aldı. Kritik önemi haiz diğer kurumlar dışişleri ve ekonomi bakanlıklarını ise koalisyonun "ortanca ortağı" konumundaki Yeşiller aldı.
Yeni kurulan üçlü koalisyon hükümetinin, Türkiye ile ilişkiler noktasında nasıl bir politika izleyeceği ciddi bir merak konusu. Zira Avrupa Birliği'yle (AB) tam üyelik müzakereleri, büyümeyi bekleyen ikili ticaret hacmi, terör örgütleri PKK ve FETÖ ile mücadele gibi birçok meselesinin gidişatı yeni hükümetin tavrına bağlı.
Dört yıl görevde kalması beklenen üçlü koalisyon hükümeti döneminde, Türk-Alman ilişkilerini açıkçası ne iyi ne de kötü bir dönem bekliyor. Bu minvalde öncelikle 1998-2005 yılları arasında Almanya'yı yöneten SPD-Yeşiller koalisyonunun Türkiye ile o dönemin ruhuna uygun olarak "dostane" ilişkilerine karşın, yeni kurulan SPD-Yeşiller-FDP koalisyonunun Türkiye ile ilişkiler noktasında daha farklı bir çizgiye sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Üçlü koalisyonun 177 sayfalık müşterek programında Türkiye'ye dair geçen şu ifadeler (sayfa 154-155), yeni hükümetin yaklaşımını sarih şekilde ortaya koyuyor:
"Endişe verici iç siyasi gelişmelere ve dış politik gerilimlere rağmen Türkiye, bizim için AB ve NATO'da önemli bir partner olarak kalacak. Alman toplumunun doğal bir parçası olan Türkiye kökenlilerin yüksek oranı, ülkelerimiz arasında özel bir yakınlık oluşturuyor. Ancak Türkiye'de demokrasi, insan, kadın ve azınlık hakları yoğun bir şekilde kısıtlandı. Bu nedenle AB üyelik sürecinde yeni fasıl açılmayacak ve açılanlar kapanmayacak. Buna rağmen AB-Türkiye diyaloğunu sürdüreceğiz. Özellikle sivil toplum ve gençlik örgütleriyle iletişimi geliştireceğiz."
Koalisyon programındaki bu ifadeler açıkça gösteriyor ki SPD-Yeşiller-FDP hükümeti, Türk-Alman ilişkilerinde bazı eski alışkanlıklara devam edecek. Daha açık ifadeyle Almanya'nın yeni dönemde de tepeden bakan yaklaşımla, Türkiye'nin içişlerine karışmaya devam etmesi ve siyasi elitlerin söylemlerini buna göre oluşturması bekleniyor. Bu da önceki yıllarda olduğu gibi Ankara'nın tepkisine yol açacak.
Kişiler düzeyinde bakıldığında ise yeni hükümetin dışişleri bakanı olarak görev yapacak Yeşiller Partisi Eş Başkanı Annalena Baerbock, daha önce yaptığı açıklamalarda demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, İstanbul Sözleşmesi ve bazı tutukluların durumuyla ilgili olarak Türkiye'yi ağır şekilde eleştirmişti. Baerbock bakanlığı döneminde bu tavrını sürdürürse, Türk mevkidaşı ile önümüzdeki süreçte sık sık karşı karşıya gelecektir. Bu da Türk-Alman ilişkilerindeki diplomasi trafiğinin yoğunluğunu arttıracaktır. Buna karşın Baerbock yeni görevinin kendisine yüklediği "rasyonel olma" vazifesine uygun hareket ederse, taraflar arasındaki ilişkiler de daha rasyonel bir zeminde şekillenebilir.
Koalisyon hükümetinde gıda ve tarım bakanı olarak görev yapacak Yeşiller Partisi eski Eş Başkanı Cem Özdemir ise Türkiye ile ilgili tam manasıyla düşmanca bir tavra sahip. Sırf Alman toplumuna asimile olduğu imajını çizmek ve Alman devletine şirin gözükmek için bugüne kadar anavatanı Türkiye'ye saldıran Özdemir, her ne kadar ihtisası olmayan bir alanda çalışacaksa da Türkiye ile ilişkilerin (olumsuz) şekillenmesi noktasında hükümete içeriden baskı yapacaktır. Dolayısıyla sadece Özdemir'in genel duruşu bile Türk-Alman ilişkilerindeki tansiyonu bir nebze yükseltebilir.
SPD-Yeşiller-FDP koalisyonu haricinde Alman devletinin terör örgütleri PKK'ya ve FETÖ'ye "kucak açan" tavrı, hiç şüphesiz yeni dönemde de Türk-Alman ilişkilerinde gündemin ilk sırasında yer alacaktır. Bu noktada SPD'nin, terör örgütü PKK yandaşlarının partinin Hamburg teşkilatına saldırdığı 2018'den beri PKK'ya daha mesafeli bir tutum içerisinde olmasını, örgütle mücadele noktasında esasen fırsat olarak görmek gerekiyor. Yine de hükümetlerin üzerinde bir mesele olarak Alman devleti, gerek PKK gerekse FETÖ üyelerine barınma imkanı sağladığı için bu problem, karşılıklı ziyaretlerde sık sık gündeme gelecektir.
Bunun yanı sıra Almanya'nın Türkiye-AB Gümrük Birliği düzenlemelerinin güncellenmesi noktasında bir süredir ayak diretmesi, yeni dönemde gündemde yer almaya devam edecek bir başka konu olacaktır. Nitekim yukarıda da ifade edildiği üzere koalisyon hükümetinin programında, açıkça Türkiye ile diyaloğun devam edeceği fakat ülkedeki demokrasi, insan, kadın ve azınlık haklarının yoğun şekilde kısıtlandığı iddiasından hareketle, AB üyelik sürecinde yeni fasıl açılmayacağı vurgulanıyor. Hiçbir rasyonelliği bulunmayan bu sığ yaklaşım, Türk-Alman ilişkilerinin ekonomi ayağının güçlenmesinin önündeki en önemli engel olmaya devam edecektir.
Öte yandan, koalisyonun "küçük ortağı" FDP'nin liberal sermayeyi temsil eden bir parti olması ve ülkelerle ikili ilişkilerin şekillenmesinde Almanya'nın yerleşik "ticaret devleti" kimliğine öncelik vermesini göz ardı etmemek gerekiyor. Yani Yeşiller kanadından Türkiye'ye karşı gelebilecek olası siyasi hamleleri, FDP Türkiye ile 35 milyar dolarlık ticaret hacmini öne sürerek frenleyebilir. Konuyla ilgili olması bakımından Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Alman sermayeli şirketler arasında gerçekleştirilen ve geçen ay açıklanan küresel iş görünümü araştırmasına göre Türkiye'deki Alman sermayeli şirketlerin yüzde 70'i, Türkiye'deki mevcut ticari ortamı olumlu görüyor. Dolayısıyla Türkiye'deki Alman yatırımcılar da yeni hükümetin Türkiye politikasının şekillenmesinde yapıcı bir rol üstlenebilir.
Aynı şekilde Başbakan SPD'li Scholz, partisinin merkez sol kimliğine uygun olarak Yeşillerin, Türkiye ile ilişkilere ağır şekilde zarar verebilecek radikal hamlelerine geçit vermeyebilir. Bir başka deyişle, Merkel döneminde olduğu gibi Scholz da Türkiye ile ilişkileri kendi prensiplerine uygun olarak pragmatik bir zemine oturtabilir. Haliyle dışişleri bakanlığını Yeşillerin almış olması, Scholz'un etkisiz bir aktör olarak kalacağı anlamına gelmiyor. Tam tersine Almanya'da önemli dış politika kararlarını Şansölyenin vermesinden ötürü Scholz, Yeşiller kanadından Türkiye'ye yönelik gelebilecek hamleleri engelleyebilir.
Ayrıca, Başbakan Scholz ve Dışişleri Bakanı Baerbock, Türkiye ile ilişkilerin haricinde örneğin Rusya ile ilişkiler konusunda farklı görüşlere sahip. Buna göre Scholz, Rus doğal gazını Baltık Denizi üzerinden Almanya'ya ulaştıran Kuzey Akım 2 projesine destek veriyor. Baerbock ise trans-Atlantikçi bir yaklaşımdan hareket ederek, Almanya'nın geleneksel müttefikleriyle ilişkilerine ve çevreye zarar verdiği gerekçesiyle, projeye muhalif bir duruş sergiliyor. Bu nedenle başbakan ve dışişleri bakanı arasında her konuda uyum sağlanması mümkün olmadığı için Türkiye ile ilişkilerle ilgili nihai kararları Merkel döneminde olduğu gibi Scholz verecek. Bu durum, ikili ilişkilerdeki olası kötü senaryoların gerçekleşmesini engelleyecek önemli bir faktör olarak görülebilir.
Ezcümle Almanya'da üçlü koalisyon döneminde Türk-Alman ilişkilerinin, bugünkünden çok daha güçlü olmasını beklemek en azından mevcut durum itibariyle çok gerçekçi durmuyor.