Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, bazı devletlerin geleneksel dış ve güvenlik politikalarını gözden geçirmelerine neden oluyor. Bunun son örneği, İsveç ve Finlandiya'nın olası NATO üyelikleri. İki ülke Soğuk Savaş boyunca Batı Bloku ile iyi ilişkiler içinde olmalarına rağmen NATO'ya üye olmadılar. Soğuk Savaş sonrasında ise 1995'te Avrupa Birliği'ne (AB) üye olmalarına rağmen NATO'nun genişleme dalgalarına dahil olmadılar.
Bununla beraber önceleri düşük ihtimal olarak değerlendirilen Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısının ardından jeopolitik risk algıları hızlı bir şekilde değişti. Yeni jeopolitik dengeyi dikkate alarak farklı bir politika içine girdiler. Öyle ki Finlandiya Başbakanı, Rus işgalinden iki ay önce ülkesinin olası NATO üyeliğinin oldukça zayıf bir ihtimal olduğunu belirtirken; iki gün önce ülkesinin gecikmeden NATO üyeliği için başvurması gerektiğini açıkladı. İsveç Başbakanı ise Rus işgalinin ilk 15 gününde şimdilik NATO üyeliğini düşünmediklerini açıklarken, yüksek olasılıkla önümüzdeki ay İspanya'da gerçekleştirilecek NATO zirvesinde üyelik başvurusunda bulunacak.
Türkiye'nin Tavrı Belirleyici Faktörlerden Birisi
İki ülkenin olası NATO üyeliklerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belli değil. Gerçekleşmesi halinde ise başta Rusya ile ilişkiler olmak üzere NATO'nun ve bölgenin güvenlik mimarisini nasıl etkileyeceği üzerinde ayrıca durulması gereken bir husus. Zira önce ikilinin NATO'ya üye olma iradelerini ortaya koymaları gerekiyor. Bundan sonra ise NATO Kurucu Anlaşması'nın 10. maddesi devreye giriyor. Bu maddeye göre "Taraflar, bu Antlaşma'nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma'ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler."
Bu noktada Türkiye'nin oyu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki ülkenin olası NATO üyeliğine ilişkin dün yaptığı açıklama oldukça önemli. Erdoğan "İsveç ve Finlandiya'yla (olası NATO üyelikleri ile) ilgili gelişmeleri takip ediyoruz ancak olumlu bir düşünce içerisinde değiliz" şeklinde konuşarak bu aşamada iki ülkenin olası üyeliğine sıcak bakmadığı mesajını verdi. Geçmişte NATO'nun genişleme dalgalarını destekleyen Türkiye'nin Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrasında NATO'da artan dayanışma çerçevesinde yeni üyelikleri desteklemekte neden çekinceye sahip olduğu, aslında açıklamanın devamında ortaya çıkıyor.
Yunanistan Hadisesinden Çıkarılan Dersler
Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamasında Yunanistan'la ilgili NATO konusunda yapılan yanlışa dikkat çekti. Hatırlatmak gerekirse Yunanistan, Türkiye'nin 1974'te gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra tepki olarak NATO'nun askeri kanadından çekilmişti. Kısa bir süre içinde geri dönmek istese de Türkiye'nin onayı gerektiğinden Atina yönetiminin aynı şartlarla NATO askeri kanadına dönmesi mümkün olmuyordu. Zira Türkiye'de siyasi istikrarsızlığa rağmen hiçbir hükümet, başta Ege Denizi'nde olmak üzere maksimalist taleplerde bulunan Yunanistan'ın askeri kanada dönmesine onay vermiyordu.
ABD tarafından desteklenen Yunanistan'ın askeri kanada dönüşü için uygun ortam 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile söz konusu oldu. Nitekim darbeci Kenan Evren ile NATO Avrupa Yüksek Müttefik Komutanı Bernard Rogers ile darbeden hemen sonra 6 Ekim 1980'de yapılan görüşme sonrasında kamuoyunda Rogers planı olarak anılan plan konusunda mutabakat sağlandı. Darbe hükümetinin 1 numaralı kararıyla da neredeyse hiçbir şey verilmeden ve taahhütler yerine getirilmeden Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönmesi konusundaki Türk vetosu kalktı. Yunanistan resmi olarak 20 Ekim 1980'de NATO askeri kanadına döndü. Bundan birkaç ay sonra ise Avrupa Topluluklarına (şimdiki AB'ye) üye oldu ve o dönemden günümüze kadar her iki platformu da maksimalist talepleri ve Türkiye karşıtlığı için kullanmaya devam ediyor.
Her Tercihin Bir Bedeli Var Mesajı
Tekrar İsveç ve Finlandiya'nın olası NATO üyeliğine dönmek gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından özellikle İsveç'in terör örgütü PKK'ya müzahir tavrından rahatsız olduğu için çekincelere sahip olduğu görülüyor. Bu noktada Finlandiya'yı belki de ayrıştırarak ele almak lazım. Zira Finlandiya'nın da terör örgütüne sempatik bakan bazı politikaları olsa bile Türkiye ile nispeten daha iyi siyasi ilişkilere sahip olduğu ve PKK'ya İsveç kadar sempati ve destek göstermediği biliniyor.
Dolayısıyla farkına varsa da varmasa da İsveç için önemli bir sorun ortaya çıkmış durumda. Bir taraftan Rusya'dan Soğuk Savaş dönemindekinden daha büyük bir tehdit algısı içinde. Varoluşsal bu tehdidi dengelemek için NATO üyeliğine ihtiyaç duyuyor. Ancak kendisini doğrudan ilgilendirmeyen ve ideolojik açıdan da ilişkisi bulunmayan bir terör örgütüne verdiği destek ve yaptığı yardımlar nedeniyle müttefik olmak istediği bir ülkeye zarar veriyor.
Burada artık İsveç'in bir fayda-maliyet analizi yapmasının ve tercihte bulunmasının tam zamanı. Acaba Türkiye'nin yıllardır mücadele ettiği, ağır bedeller ödediği PKK ve diğer terör örgütlerine yakın tutumu, NATO üyeliğine engel olmaya ve dolayısıyla varoluşsal gördüğü Rus tehdidiyle yüzleşmesine değer mi?
Aslında aynı fayda-maliyet analizinin PKK ve türevlerine destek veren başta ABD olmak üzere bütün "müttefikler" tarafından yapılması gerekiyor. Farklı makyajlarla parlatılan ve pazarlanan terör örgütüne verilen destek, en zor zamanlarda önemli bir güvenlik sağlayıcı olarak kritik roller üstlenen Türkiye'yi karşılarına almaya değer mi?
Eğer bu sorunun cevabı "hayır, değmez" ise bir an önce politikalarını gözden geçirip ittifak ruhuna uygun bir şekilde davranmaya başlamaları gerekiyor. Cevap "evet, değer" ise çok büyük bir sorun yok, zira terör örgütüne yıllardır verilen desteğe rağmen Türkiye terörle mücadelesini her geçen gün güçlenerek devam ettiriyor ve bunu sürdürmekte kararlı. Bazı "dost" ve "müttefik" ülkelerin terör örgütüne verdiği dolaylı ve doğrudan desteği ise unutmuyor, not ediyor ve zamanı geldiğinde hatırlatıp bedelini de ödetecektir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın olası NATO üyeliklerini veto edeceğini söylemek için henüz erken. Geçmişten çıkarılan dersler ve tutulan notlar nedeniyle bu süreçte çekincelerinin olduğu ve temkinli hareket ettiği de bir gerçek. Açıkçası ben Türkiye'nin gerek potansiyel adaylarla gerek mevcut NATO üyeleriyle gerekse NATO üyesi olmayan ülkelerle yapacağı ciddi bir müzakere sonucunda karar vereceğini ve olası bir NATO genişlemesine olumlu yaklaşacağını düşünüyorum. Bu süreçte ise NATO üyesi olsun olmasın bütün aktörlere, Türkiye aleyhine faaliyet gösteren terör örgütlerine verdikleri desteğin bir bedeli olduğu hatırlatılmış oluyor.