Son günlerde Türkiye'de geçici koruma statüsü altında bulunan Suriyeliler merkezde olmak üzere ciddi bir mülteci/düzensiz göç tartışması yaşanıyor. Bu tartışmayı yapanlar arasında konuyu istismar ederek meselede kendisine siyasi olarak veya farklı alanlarda avantaj elde etmeye çalışanlar da bulunuyor. Nitekim bazı girişimler popülist, gerçekçi değil ve toplumda gerginliği artırıyor. Bu tarz girişimler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde arzu edilmeyen olaylara zemin hazırlayabilir. Bu konu üzerinden çeşitli kurgular ve provokasyonlar tezgahlayıp toplumsal sinir uçlarıyla oynamak isteyen çevrelerin olduğu bir sır değil.
Son sözü baştan söylemek gerekirse, Türkiye'de yaşayan Suriyeliler başta olmak üzere göç ve düzensiz göç konusu önemli bir mesele. Üzerine ciddiyetle gidilmesi ve sürecin iyi bir şekilde yönetilmesi gerekir. Bu aşamada ise toplumsal açıdan duyarlı olmak, özellikle provokasyonlara kapılmayıp, genelleştirmelerden kaçınmak lazım.
İlk Öncelik Yeni Göçleri Durdurmak
Türkiye Suriye krizinin insani boyutuna yönelik tedrici bir şekilde gelişen bir politika izledi. Bu çerçevede istisnalar dışında, resmen olmasa da fiilen, Suriye'den toplu göçleri 2016 yılından itibaren kabul etmemeye, sınır ötesinde karşılamaya başladı. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve BM verilerine bakıldığında göç trendinin 2016'dan itibaren azalması büyük ölçüde bununla ilişkili. Ancak Türkiye bu insanları kaderlerine de terk etmedi. Suriye topraklarında temel ihtiyaçlarını kendi kontrolünde ve STK'ların desteğiyle karşılamaya çalıştı.
Bu konuda bir diğer önemli bir dönüm noktası, Ağustos 2016'da başlayan Fırat Kalkanı ve arkasından gelen Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları oldu. Bu harekatlarla Türkiye bir yandan sahayı terör örgütlerinden temizlerken diğer yandan Suriyelilerin sığınabileceği rejim saldırılarından korunan fiili güvenli alanlar oluşturdu.
Üçüncü husus ise Türkiye, Rusya ve İran arasında 2017'de yapılan Astana anlaşması çerçevesinde oluşturulan gözlem noktaları oldu. Normal şartlarda çatışan tarafların hareketlerini izlemeye yönelik oluşturulan çatışmasızlık gözlem noktaları, bir noktadan sonra Türkiye'nin İdlib'teki insani trajediyi önlemesinin bir aracı haline geldi. Türkiye'nin İdlib'teki askeri varlığı sayesinde Suriyelilerin rejim ve Rus saldırılarıyla kuzeye doğru itilmesi durdurulabildi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye'ye gelecek olan 3 milyon kişiden fazla bir göç dalgası engellenmiş oldu. İdlib'te briket evlerin inşası da bu politikanın bir devamı niteliğinde.
Türkiye'nin Geri Dönüş Gündemi
Suriyelilerin geri dönüşü konusu Türkiye'nin gündemine ilk defa bu tartışmalarla gelmedi; aksine hiçbir zaman gündeminden çıkmadı. Zaten Suriyelilerin yasal statülerinin "geçici koruma" şeklinde olması ve yeni göç dalgalarının engellenmesi de bu durumun göstergesi. Gerçekleştirilen operasyonlarla terörden arındırılan bölgelere yönelik geri dönüşler yapılması da bu konuda önemli aşamalardan birisi oldu. Nitekim bugüne kadar 500 binden fazla Suriyelinin Türkiye'nin himayesindeki bölgelere geri dönüşünün sağlanmış olduğu görülüyor.
Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül 2019'da BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasında 2 milyon Suriyelinin geri dönüşüne yönelik planı haritalar eşliğinde açıklamıştı. Ancak pandeminin başlaması ve diğer gelişmeler nedeniyle bu planı uygulama imkanı henüz oluşmadı.
Buradan hareketle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu hafta açıkladığı geri dönüşe yönelik hazırlığın bir arka planı olduğu görülüyor. Aslında yapılan açıklama geri dönüş meselesinin sadece bir aşamasını teşkil ediyor. Diğer bir ifadeyle, 1 milyon Suriyelinin gönüllü geri dönüşünden sonra, daha fazla Suriyelinin geri dönüşü için planlamalar yapıldığı düşüncesine sahibim. Ayrıca ilk aşamadaki planın detaylarına bakıldığında, geri dönüşün yapılacağı bölgelerden, bu bölgelerde temel altyapının oluşturulmasına kadar birçok konu üzerinde çalışıldığı görülüyor.
Suriyeliler Ne Düşünüyor?
Suriyelilerin geri dönüşü konusunda en önemli sıkıntı, geri dönebilecekleri alanın oldukça kısıtlı olması. Toprakların çoğu rejim kontrolünde. Rejim tarafından 2011'den beri 17 defa genel af ilan edildi ancak hiçbirisinde gerçek anlamda af söz konusu olmadı. Aksine, rejim zulüm ve saldırılarını devam ettirdi. Benzeri bir durum terör örgütü PKK/YPG kontrolü altındaki bölgeler için de geçerli. Bu nedenle geldikleri topraklar rejim ve PKK/YPG kontrolü altında bulunan Suriyeliler geri dönüş konusunda diğerlerine göre daha ihtiyatlı.
SETA tarafından gerçekleştirilen Suriyelilerin Geri Dönüş Eğilimi araştırması bu konuda önemli ipuçları veriyor. Araştırmaya göre Suriyeliler geri dönüş yeri konusunda rejim ve terör örgütünün kontrolündeki bölgelerden ziyade Türkiye'nin himayesinde bulunan güvenli bölgelere geri dönüş fikrine sıcak bakıyor.
Ayrıca araştırmada Suriyelilerin yüzde 26,60'ı kendisini Türkiye'de kalıcı hissederken, yüzde 78'inin üçüncü bir ülkeye gitme eğilimi bulunduğu görülüyor. Suriye'ye geri dönüş konusunda karşılaşacakları zorluklar sorulduğunda, can ve mal güvenliğinin olmaması, barınma, geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi faktörler ön plana çıkıyor.
Buradan hareketle geri dönüş konusunun hem Türkiye'nin hem de Suriyelilerin gündeminde olduğunu ve koşullar el verdikçe yapılan planlamaların uygulamaya dönüştüğünü söylemek mümkün. Diğer taraftan yakın bir gelecekte Suriye krizinin kapsamlı bir çözümünün bulunmadığı da bilinen bir durum. Bu nedenle Türkiye'deki Suriyelilerin geri dönüşüne yönelik kısa vadede kapsamlı bir çözüm yerine kademeli ara çözümlerin uygulanması daha gerçekçi gözüküyor.
Geri dönüşlerin gönüllü, güvenli ve sürdürülebilir olması açısından en önemli aktör elbette Türkiye'nin kendisi. Ancak başta BM ve Avrupa Birliği olmak üzere diğer aktörlerin Türkiye'nin girişimlerine destek vermesi sadece mülteci sorunun değil; Suriye krizinin kapsamlı çözümü açısından önemli. Belki de Türkiye'nin gönüllü geri dönüş girişimleri, diğer aktörlerin desteğiyle krizin insani boyutunun ve diğer boyutlarının kalıcı çözümü açısından da önemli bir aşama olacak.