Bugün insanlığın yaşadığı en büyük insani ve ahlaki kriz, İsrail'in Filistin'e yönelik katliamıdır. İsrail'in Filistin'e yönelik yılladır süregelen insanlık ve savaş suçları, 7 Ekim'den bu yana yoğun bir şekilde devam etmekte. Ancak öyle görünüyor ki Batı'nın yüzyıllardır tüm dünyaya dayattığı değer ve ahlak odaklı sözde üstünlüğü, bugün Gazze'de yaşananlara karşı verilen reaksiyonda gerçek yüzünü gösteriyor. Zira Batılı düşünür ve entelektüeller, dünyanın gözü önünde yaşanan katliama yönelik ya tarihin yanlış tarafında konumlanıyor, ya da güçlü bir tepki vermekten çekiniyor.
Bu durumun en güçlü göstergesi ise ünlü Alman filozof Jürgen Habermas ve diğer üç düşünürün imzaladığı bildiri oldu. Zira Habermas, imzaladığı bildiri ile belki de Batı dünyasının yüzyıllardır aydınlanma üzerinden kurduğu ve tüm dünyaya dayattığı değerler dünyasının temelindeki sorunları tüm dünyaya gösterdi. Diğer bir ifadeyle Habermas ve diğer birçok düşünür, Filistin'deki zulme kör kalmayı tercih ederek Batı'nın değer hegemonyasının ahlaki değil, kendini aklamak veya avantaj sağlamak adına bir tür araç olduğunu kanıtladı.
Habermas ve Diğerleri
Aslında Habermas'tan önce yine yakın dönemin ünlü düşünürü Slavoj Žižek, Filistin konusunda bir yazı kaleme almıştı. Zizek, yazısında 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısını "pogrom" olarak nitelendirdi ve Hamas'ın bu saldırıyla birlikte İsrail devletini ve İsraillileri yok etme amacında olduğunu öne sürdü. Bunun yanı sıra yaşanan savaşın tarihsel bağlamına dikkat çekilmesi gerektiğini ifade etti. Söz konusu tarihsel bağlamı da 10 yıl önceki Filistinlilerin intihar saldırıları, Netanyahu hükümetiyle İsrail'in teokratik bir devlete dönüşümü üzerinden ele aldı.
Žižek'in yazısında ilk dikkat çeken husus Hamas'ın saldırısını "pogrom" olarak nitelendirmesiydi. Esas itibarıyla Rusça kökenli bir kelime olan pogrom, soykırım anlamına gelmektedir. Rusçada genel bir anlama sahip olan ve toplu şiddet olaylarını ifade eden bu kelime, ilk olarak Rusya'da Yahudilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemlerini tanımlamak için kullanılmıştır. İlerleyen dönemlere Yahudilere ve/veya başka milletlere yönelik soykırım girişimlerini ifade eden bir anlama sahip olmuştur. Žižek, Hamas'ın 7 Ekim saldırısını pogrom olarak nitelendirirken İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarını çok daha hafif bir tabirle ve neredeyse bu saldırıları haklı çıkaracak bir şekilde "kendini savunma hakkı" olarak betimlemektedir. Dahası İsrail'in "koşulsuz olarak desteklenmesi" gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak söz konusu Filistinliler olduğunda "koşulsuz destek" ifadesini olabildiğince pasifize ederek "koşulsuz sempati" olarak güncellemektedir.
Geçtiğimiz günlerde ise Jürgen Habermas, Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther tarafından "Dayanışma İlkeleri Üzerine Açıklama" başlıklı bir bildiri yayımlandı. Bildiride Hamas'ın "Yahudi yaşamını yok etme niyetiyle" gerçekleştirdiği saldırının, İsrail devletini misilleme yapmaya sevk ettiği belirtildi. Bu bağlamda İsrail'in temelde haklı olduğu ve İsrail'in eylemlerine "soykırım" niyeti atfetmenin hatalı olduğu ifade edildi.
Özellikle bildiride yapılan "Nazi döneminin kitlesel suçları ışığında Yahudi yaşamının ve İsrail'in var olma hakkının özel olarak korunmaya değer temel unsur" olduğu vurgusu, bazı Alman entelektüellerin, kendilerini ve geçmişlerini aklamak adına tarihsel suçlarının bedelini Filistin halkına yüklemekte bir an olsun tereddüt etmediğini açıkça gösterdi.
Tüm bunların yanı sıra Habermas'ın geçmiş dönemlerde de İsrail karşıtı bir tutuma hiçbir zaman sahip olmadığını belirtmek gerekir. Zira geçmişten günümüze kendisinin İsrail-Filistin meselesine yönelik ifadeleri oldukça çekimser bir tona sahiptir. Örneğin 2012 yılında verdiği bir röportajda kendisine İsrail siyaseti hakkındaki düşünceleri sorulmuş; Habermas ise "İsrail hükümetinin mevcut durumu ve politikaları siyasi türden bir değerlendirme gerektirse de bu benim kuşağımdan sıradan bir Alman vatandaşının işi değildir" şeklinde cevap vermiştir. "Benim kuşağımdan sıradan bir Alman vatandaşı" vurgusu, Almanya'nın Yahudilere yönelik şiddet dolu geçmişine yönelik bir hatırlamayı ve buna yönelik tarihsel utancı barındırıyor gibi görünmektedir. Ancak geçmişteki "Yahudi ötekileştirmesi"ni telafi edebilmek adına yeni ötekiler yaratmak, kabul edilebilir değildir.
Olumlu Ancak Cılız Sesler
Öte yandan Batı dünyasından Filistin'e destek mahiyetinde bazı olumlu sesler de gelmektedir. Zira bazı sivil toplum kuruluşları ve topluluklar, devletlerin ve kurumların kendilerine yönelik baskılarına rağmen İsrail'in Gazze'deki zulmünü protesto etmekte veya Filistinlileri desteklemektedir. Ancak bu olumlu girişimler, Batı'nın kurumsal pozisyonu yanında ne yazık ki istisnai ayrışmalar olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu bağlamda Judith Butler, olumlu manadaki istisnai isimlerden biridir. Zira bu süreçte Butler, nispeten cesur sayılabilecek açıklamalar yaptı. Yahudi kökenli düşünür, 19 Ekim'de London Review of Books'ta yayımlanan "Yas Pusulası" (The Compass of Mourning) başlıklı yazısında Hamas tarafından gerçekleştirilen eylemi "amasız ve fakatsız bir şekilde" kınadığını belirtti. Bununla birlikte İsrail'in Filistin'e yönelik şiddet eylemlerinin ezici olduğuna dikkat çekerek bugüne kadar Filistinlilerin öldürüldüğünün, mülksüzleştirildiğinin, işkenceye maruz bırakıldığının ve daha birçok şiddet ile yüzleştiğinin altını çizdi.
Buna karşın Butler, İsrail şiddetinin Hamas'ı aklamayacağını da vurguladı. Özetle Hamas'ın saldırısını kınamakla birlikte bunun tarihsel bir bağlamı olduğunu; bu bağlam içinde de Filistinlilerin uzun süredir maruz kaldığı insandışı koşulların var olduğunu belirtti. Ancak Butler, söz konusu "bağlamsallaştırmanın" suçu aklamak olarak görülmemesi gerektiğini de defalarca tekrar etmek zorunda kaldı.
Medyayı da eleştiren Butler, yazısında Filistin halkının uzun zamandır maruz kaldığı "dehşetin" medya tarafından detaylandırılmadığını ifade etti. Sadece İsrailliler tarafından yaşanan şiddet, yas ve öfkenin bilinmesini istemenin insani olmadığını; bunun aynı zamanda Filistinliler tarafından da yaşandığının göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizdi. Aksi bir durumda "ırkçılığın" devre gireceğini vurguladı.
Akabinde Butler ve feminist yazar Nancy Fraser'in aralarında bulunduğu 87 akademisyen ve düşünür, Gazze'de gerçekleştirilen katliamı kınayan ve meslektaşlarını da bu kınamaya davet eden bir bildiri yayımladı. Bildiride yaşanan şiddetin tarihini Hamas'ın 7 Ekim saldırısıyla başlatmanın yanlış olduğu, Batı Şeria ve Gazze'nin işgalinin 56 yıldır sürdüğü ve artık barışın sağlanması gerektiği vurgulandı
Ancak akademisyen ve düşünürleri yaşanan katliama ses çıkarmaya davet eden bu bildiri, pek çok kişi tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirildi. Nitekim Yale Üniversitesi Profesörlerinden Şeyla Benhabib, söz konusu bildiriyi "Hamas'ı ve Hamas'ın 7 Ekim zulmünü işgalci güce karşı meşru bir direniş eylemi olarak yüceltmek" olarak nitelendirdi. Dolayısıyla bu iyi niyetli girişim dahi bizzat cılızlaştırıldı.
Netice itibarıyla önceden toplumsal hareketleri başlatan ve bu anlamda değişime, düzenin kurulmasına öncülük eden aydın gruplarının; mevcut durumda toplumun çok daha gerisinde kalarak sessizliğe büründüğü görülmektedir. Bu bağlamda dile getirilen itirazlar olsa da bunlar ya kuvvetli bir etkiye sahip olamamış ya çekimser kalmış ya da "şartlı kınama"nın ötesine geçememiştir. Bu durum ise Batı düşünce dünyasının ve değer yargılarının pratikte neredeyse işlevsiz bir hale geldiğini göstermektedir.