Türkiye,iki yıla yakın bir zamandır, yeni Anayasa yazımıyla uğraşıyor. Meclis, Anayasa yazım konusunu gündemine aldığında, 2012'nin sonunda Türkiye'ye yeni bir Anayasa kazandırabileceğini öngörmüştü ancak komisyonun süresi önce Mart ayına uzatıldı, geçen hafta da Mayıs sonuna ertelendi. Siyasi partiler, masadan kalkmanın olası faturasından çekinerek ardı ardına yazım sürecini uzatıyor ama takvim sıkışıklığından bağımsız bir şekilde, oldukça sahici ve yapısal gerekçeler dolayısıyla komisyonun uzlaşıya dayalı yeni bir Anayasa yapması neredeyse imkânsız. Bu imkânsızlık, siyasetin 1990'lardan itibaren yüklendiği işlevle ilgili. Mevcut siyasal iklimin, siyasi partilerin uzlaşmasına dayalı yeni bir Anayasa yazımını imkânsız kılan dinamiklerini üç madde üzerinden tartışmak mümkün.
Uzlaşıyı imkânsız kılan yapısal dinamikler
Anayasa Uzlaşma Komisyonundan uzlaşmaya dayalı yeni bir Anayasa'nın çıkmasını zora sokan ilk unsur, 2000'lerin siyasal öncelikleriyle ilgili. Çok partili siyasal hayata geçişimizden 1990'ların başına kadar süren soğuk savaş dönemi boyunca, siyaset yapımını belirleyen esas dinamik, kimlik taleplerini görmezden gelen bir kalkınma hedefiydi. Kemalist seçkinlerin uluslararası dinamiklerle uyum içinde dizayn ettiği vesayet sistemi doğrultusunda, kalkınmayı demokrasiye önceleyen merkez partiler toplumsal destek buluyordu. 1990'lar, birçok dinamiğin bir araya gelmesiyle kalkınma gündeminin demokrasi lehine cazibesini yitirmesine ve bu değişime doğası gereği ayak uyduramayan merkez partilerin zayıflamasına tanıklık etti. Bu çerçevede, 2000'lerin siyasal gündemi, toplumsal eğilimlerin siyasal merkeze yansıtılması çabasıyla özetlenebilecek demokrasi talebiyle belirleniyor. Bu talepler, din-devlet ilişkilerinden Kürt sorununa, asker-siyaset ilişkilerinden siyasal sistem arayışına geniş bir yelpazeye yayılıyor. Yeni Anayasa öncelikle bu başlıklarla ilgili bir karar vermek durumunda. Ancak aşağıda da üzerinde durulacağı üzere, bu başlıklarda uzlaşıya dayalı bir karara varmak neredeyse imkânsız.
Demokrasi talebinin son on yıldaki serüveni, siyasal merkezin toplumsal eğilimleri içerecek şekilde yeniden inşasına yönelik siyasal mücadelenin siyasetin merkezine yerleşmesine ve siyasetin statüko-değişim ekseninde hizalanmasına yol açtı. Bu durumu, uzlaşmaya dayalı yeni bir Anayasa yazımını imkânsızlaştıran ikinci unsur olarak saymak mümkün. Merkezin inşasına yönelik statüko- değişim hattında yaşanan mücadele, siyasal aktörlerin siyasal önceliklerini ve mevzilerini yeniden tanımlamalarına ve her türlü siyasal faaliyetin bu perspektif üzerinden değerlendirilmesine yol açtı. Yeni Anayasa, öncelikle merkezin hangi değerler üzerinden inşa edileceği konusunda belirleyici olacağından, statüko-değişim hattında hizalanan siyasi partilerin uzlaşması imkansız. Bu noktada, statüko hattında mevzilenen CHP ve MHP'nin değişimin öncülüğünü yapan AK Parti'nin önerilerini kabul etmesini beklemek gerçekçi olmaz.
Yeni Anayasa'nın uzlaşıyla yazılmasını imkânsız kılan üçüncü unsur, Meclis'te temsil edilen siyasi partilerin toplumsal sahicilikleriyle ilişkili. 3 Kasım 2002 seçimlerinin yol açtığı siyasi depremden sonra, siyasi temsilde bir sadeleşme/arınma yaşandı. Bugün TBMM'de temsil edilen her dört siyasi parti de toplumda gerçek karşılıklara sahip, siyasi ve toplumsal eğilimleri temsilde sıkıntı yaşamayan bir karakter arz ediyor. Bu sahici temsil ilişkisi dolayısıyla toplumdaki farklı talep ve eğilimler siyasi partilerin Anayasa önerilerine yansıdıkça uzlaşma imkânsızlaşıyor.
Toplumun Anayasa talebi nasıl karşılanabilir?
Üç maddede özetlenmeye çalışılan yapısal gerekçeler dolayısıyla, Meclis'in uzlaşıya dayalı bir Anayasa çıkarması imkânsız görünüyor. Türkiye, referandumun tetiklediği siyasal iklim dolayısıyla, iki yıl önce, yeni Anayasa hedefini gündemine almak zorunda kaldı ama merkezi yeniden inşaya yönelik kıran kırana bir mücadelenin yaşandığı, bu mücadele ekseninde toplumun ve siyasetin değişimstatüko hattında ayrıştığı bir tarih diliminde, bu mücadeleyi yadsıyarak uzlaşmaya dayalı bir Anayasa yapmak imkansız(dı). Bu çerçeveden bakıldığında, Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun bugüne kadar sadece 30-35 maddede uzlaşma sağlayıp geriye kalan maddelerde ihtilafa düşmüş olması sürpriz değil.
Bu tabloya karşın, toplumun yeni Anayasa talebi nasıl karşılanabilir?
Öncelikle, komisyona yeni süreler verip uzlaşma arayışını zorlamaktan vazgeçmek daha doğru olur. Bundan sonraki formüller, uzlaşma arayışını bir kenara bırakmak durumunda. Durum, bu şekilde sadeleştirildiğinde, geriye iki yol kalıyor.
İlk formül, AK Parti'nin dillendirdiği BDP ile uzlaşma formülü. Bu formül, AK Parti-BDP öncülüğünde hazırlanacak Anayasa'nın referandumda en iyi ihtimalle %60 oranında kabul görme olasılığı dolayısıyla meşruiyet üzerinden sorgulanacak ve eleştirilecektir ancak şimdilik en olası formüllerden biri bu gözüküyor. Mutlak uzlaşı imkânsızsa, olası uzlaşı formüllerine kapı aralamak daha gerçekçi.
Diğer formülse, uzlaşmayı arttıracak yaratıcı önerileri de işleterek sayısı arttırılan uzlaşılmış maddeleri mevcut Anayasa'daki muadilleri yerine ikame etmek, geriye kalan maddeleri ise zamana bırakmak. Başka bir deyişle, yeni Anayasa hedefinden vazgeçerek, mevcut Anayasa'yı revize etmek. Siyasal sistem tıkandıkça gerçekleştirilecek anayasal değişiklikler neticesinde, merkezin yeniden inşası süreci tamamlandığında Türkiye yeni bir Anayasa'ya da kavuşmuş olacak.
Türkiye'nin iki yıla yaklaşan çabalar neticesinde geldiği yer burası. Açıkçası, bu durum sürpriz olmadığı gibi kötü de değil.