Son zamanlarda, AK Parti'nin demokratlığının sınırları, sol-liberal çevrelerde yeniden ve gün geçtikçe genişleyerek tartışma konusu yapılıyor. Tartışma, ANAP'laşma, milliyetçileşme, devletleşme, statüko ile mücadelede yavaşlama gibi nitelemeler üzerinden ilerliyor. AK Parti iktidarından beri, ortalama yılda en az bir kez yapılan bu tartışma, her seferinde, AK Parti'nin vesayetçi sistemle kavgasında sergilediği kararlılıkla gündemden kalkıyor, kavga neticesinde elde edilen kazanımları konsolide etme sürecindeki sükûnet evresinde yeniden alevleniyor.
Bu tartışmalar aracılığıyla neredeyse AK Parti'nin değişimci iradesini kaybettiği tezinin yaygın bir kabule kavuştuğu bir dönemde, Erdoğan'ın herhangi bir zorlama altında kalmadan, CHP'nin tek parti iktidarında devletin gerçekleştirdiği Dersim harekâtı dolayısıyla, devlet adına Dersimlilerden özür dilemesi, AK Parti'ye yönelik son dönemdeki tespitlerin bir daha gözden geçirilmesine yol açtı. Başbakan'ın özür dilemesi üzerine AK Parti'ye yönelik kaygılar yerini ferahlamaya bırakmışken, AK Parti'nin şike yasasındaki tutumu, mezkür kaygıları tekrar alevlendirdi.
AK Parti'yi konumlandırmak
Çoğunlukla, AK Parti'nin statükoya teslim olmaması temennisiyle-iyi niyetle sürdürülen bu tartışma ve kaygıların en ciddi eksikliği, AK Parti'yi siyasal kimliği ve temsil ettiği misyon itibariyle siyasal haritada konumlandırıp bunun üzerinden bir AK Parti değerlendirmesi yapmak yerine, tekil olaylara ve konjonktürel gelişmelere gereğinden fazla anlam yüklenmesidir.
Oysa AK Parti'nin Türkiye siyasal haritasındaki yerini belirlemeye yönelik bir çabanın fark etmesi gereken ilk gerçek, AK Parti ile merkez-sağ partiler arasındaki genetik farklılık olmalıdır. AK Parti'nin merkez sağ partiler gibi kalkınma gündemini ciddiye alması, toplumun büyük çoğunluğunun desteğini alması, CHP'nin ve siyasal merkezin karşısındaki en geniş siyasal adres olması, vb unsurlar, AK Parti ile merkez sağ partiler arasında bir özdeşliğin kurulması yanılgısına yol açıyor.
Bu çerçevede, hem AK Parti'nin statüko ve değişim denkleminde durduğu yeri doğru tanımlamak hem de AK Parti'nin zorunlu olarak üstlenmek durumunda olduğu siyasal misyonunun altını çizmek açısından, tarihselsiyasal bir perspektifle, AK Parti'nin siyasal kimliğini ve merkez sağ partilerden farkını yeniden analiz etmekte yarar var.
Merkez sağ partilerin misyonu
Merkez-sağ partiler ile ilgili akılda tutulması gereken ilk gerçek, Kemalist modernleşme sürecinin ürünü ve sürdürücüsü olmalarıdır. Siyasal varlıkları sürdüğü sürece, Kemalist modernleşme pratiği üzerinde tekel kurmuş CHP'ye karşıtlık üzerinden söylem ve siyaset üretmiş olmaları, bu gerçeği değiştirmiyor. Siyasal bir kimliğe ve iddiaya sahip olmayan merkez sağ, kültürel bir muhalefet dili etrafında örgütlenerek, CHP'nin temsil ettiği sol-Kemalist iktidara karşı, sağ-Kemalist bir iktidar bloğu üretmeye çalışmıştır.
Bu çerçevede, merkez sağ, siyasal meşruiyetini, CHP'nin Kemalist yorumundan muzdarip olmuş kitleleri, sağ Kemalist bir yorumla, başından sonuna bütün çerçevesini Kemalist paradigmanın belirlediği siyasal merkeze taşımaktan almıştır. Merkez sağ, merkezle çatışmaya, Kemalist paradigmadan arındırılmış bir merkeze taşınmaya hevesli muhalif çevreyi, ideolojik ve siyasi iddialarından soyarak merkeze taşınmaya ikna etmenin en işlevsel enstrümanı olmuştur. 1970'ten itibaren, çevrenin radikal bir siyasal temsil imkânına da kavuşmuş olması, merkez sağ (ve sol) partilerin bu stratejik işlevini daha da güçlendirmiştir.
Merkez sağ, bu işlevini, kültürel bir muhalefet dili kullanmakla yerine getirmiştir. Çevrenin en görünüryüzeysel duyarlılıklarını yansıtan kültürel muhalefet dili, siyasal muhalefet imkânlarını marjinalize ederek itibarsızlaştıran bir işlev yüklenmiştir. Bu süre boyunca, tedavüle sokulan ve popülarize edilen kalkınma söylemi aracılığıyla, toplumun demokrasi talebi ertelenmiş, yer yer kriminalize edilmiştir.
Merkez sağ, 1990'lara kadar, Kemalizmle sorunlu kitleleri kültürel bir muhalefet dili ile oyalayarak-razı ederek, Kemalist merkezle barıştırma işlevini başarıyla sürdürmüştür. 1990'larda, toplum, kültürel muhalefet dilini de, kalkınma söylemini de yetersiz görmeye başlayınca, merkez sağ siyaset itibar kaybetmeye başlamıştır. Siyasal hareketler üzerindeki merkez parti vesayeti ortadan kalkınca, toplumun Kemalizm'e ve Kemalist siyasal merkeze yönelik itirazları görünür olmaya başlamıştır. Merkez sağ partilerin zayıflamasıyla, yarım yüzyıl boyunca perdeleme işlevini başarıyla yürütmüş en önemli enstrümanından mahrum kalan siyasal merkez, siyasal talepleri bastırmak için hukukla bağdaşmayan birçok yönteme başvursa da başarılı olamamıştır.
AK Parti'nin misyonu
AK Parti, 2002'de bu siyasal taleplerin sözcülüğü misyonuyla iktidara gelmiş ve geride bıraktığımız on yıl boyunca bu talepler uğruna iktidar odaklarıyla mücadele etmekten geri durmamıştır. AK Parti, yarım asırlık çok partili siyasal yaşamda siyasal merkezin ayrıştırmakta başarılı olduğu kitle partileri ile kimlik partileri olgusunu bünyesinde birleştirmiştir. Bu çerçevede, yıllarca, farklı kadrolarca birbirlerine alternatifmişçesine dillendirilen kalkınma ve demokrasi talepleri aynı adreste buluşturulmuştur.
AK Parti'nin 1970'lerde siyasal yaşama adım atan siyasal kadroların iddialarını 2000'lerin diline tercüme eden bir siyaset üretmesi, siyasal doku itibariyle kendisini merkez sağ partilerden farklılaştırmaktadır. Merkez sağ partilerin siyasal merkeze karşı kültürel bir muhalefet dili kullanmalarının altında siyasal bir kimliğe sahip olmamaları yatıyordu. Merkez sağ kültürel bir hareketti. Kültürel bir hareket olduğu için de merkezi dönüştürmek yerine çevreyi merkeze taşımayı hedeflemişti. AK Parti ise, siyasal bir kimliğe, iddiaya sahip olduğu için siyasal bir muhalefet dili kullanabilmektedir. Bu siyasal kimlik ve siyasal dil dolayısıyla AK Parti, çevreyi merkeze taşımayı değil, merkezi değiştirmeyi- dönüştürmeyi hedeflemektedir. AK Parti, çevreyi merkeze taşımamakta, çevreyi merkeze yerleştirmekte, merkezin sahibi kılmaktadır.
Merkez- sağ, Kemalist modernleşme parantezinin içinde siyaset üreten bir gelenekti. AK Parti ise, soğuk savaş dönemini karakterize eden ve vesayetle özdeşleşen Kemalist modernleşme parantezini kapatmayı temsil etmektedir. Siyasal merkez değişmiş, merkezsağın üreme imkânları ortadan kaldırılmıştır. Kurulan yeni merkezi tarif etmek için yeni kavramlara ihtiyaç vardır, ancak merkez sağ bu kavramlardan biri değildir.
AK Parti'nin iktidarı boyunca, siyasal merkezle yaşadığı mücadeleyi ve bu mücadeledeki kararlığını bu çerçevede okumak gerekir. 27 Nisan muhtırasına verilen cevap, 22 Temmuz seçimleri, 12 Eylül referandumu, 12 Haziran seçimleri ve YAŞ'ın 2010 ve 2011 durakları, bu mücadelenin önemli eşikleri olarak okunmalıdır. Bu eşikler neticesinde, Kemalist modernleşme dönemi kapanma sürecine girmiştir. Eski Türkiye- yeni Türkiye tartışmalarını, yeni Anayasa yazım sürecini, AK Parti'nin inşa retoriğini bu çerçevede anlamlandırmak gerekir.
Sonuç olarak AK Parti, bütün bu süreç boyuncaki politikaları dolayısıyla elbette eleştirilmelidir. Ancak her fırsatta AK Parti'nin demokratlığını sınamak yerine, Kemalist modernleşme sonrası dönem üzerine kafa yormak gerekir. Kürt meselesinden faili meçhul cinayetlere, devlet- toplum ilişkilerindeki sorunlardan toplumsal kesimler arasındaki sürtüşmelere, normalleşmeyi ve toplumsal barışı geciktiren bütün sıkıntılar, Kemalist modernleşme paradigmasının ürünüdür. AK Parti, bu paradigma ile arasına koyduğu mesafe ölçüsünce ülkeyi, toplumu ve siyaseti özgürleştirebilir ve bütün sorunları korkusuzca çözme yoluna girebilir. Bugüne kadar sürdürdüğü bu mesafeli tutum dolayısıyla, hem siyasal merkezle mücadelesinde hem de toplumsal destek arayışında başarılı oldu.
Kemalist modernleşme döneminin röntgenini çekmeyen çevre kalmadı. Ancak, önümüzdeki dönemin parametrelerinin ne olacağı konusunda muazzam bir kafa karışıklığı mevcut. AK Parti'nin de, AK Parti'nin demokratlığını sorgulayanların da önümüzdeki döneme yoğunlaşmalarında yarar var.