Yıllardır Atatürk'ün şahsı ve siyasal mirası mutedil tartışmalardan öte, tarafların karşıtlık üzerine kurulu mevzilerini daha da tahkim edecek bir işlevle ele alınıyor. Geçtiğimiz günlerde, 10 Kasım arifesine denk gelerek gereğinden fazla referans alan Atatürk'ün diktatörlüğüne ilişkin iddia ve savunmalar da aynı işlevi gördü. Keskin inançlı taraftarlar, bu tartışma üzerinden Atatürk'ü biraz daha suçlama veya methetme imkânı buldular. Oysa bu düzlemdeki bir tartışmadan kamusal bir faydanın çıkması mümkün değil.
Bu, Atatürk üzerine tartışmaları geride bırakmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Bilakis, 'eski-yeni Türkiye' tartışmalarının yoğunlaştığı bugünlerde, Atatürk ve etrafında örgütlenen siyasal ideolojiyi (Kemalizm) her zamankinden daha fazla tartışmak, bugün ve gelecek için taşıdığı anlam ve değer üzerine kafa yormak gerekiyor.
Böylesi bir çabaya katkı olarak benim önerim, Atatürk'ü Kemalizm'den ayırmak gerektiği yönünde. Tarihsel bir kurucu figür olarak Atatürk'ü, Atatürk'ün belirli kesimlerce yorumlanmasından oluşan Kemalizm'den ayırmak, Atatürk'ün şahsı üzerindeki anlam yükünü hafifleterek günümüzdeki ideolojik kamplaşma zemininden özgür kılabilir.
Atatürk, sağlığında kişiliği etrafında bir karizmatik kült oluşturmaya çalışsa da siyasal projesini bir doktrine dönüştürmek konusunda çekingen davrandı. 1930'lu yıllarda, Kemalizm ismi verilerek anayasal bir statüye kavuşturulan bu siyasal projeyi, doktrinleştirme-içini doldurma çabalarına karşı durdu. Doktrinleştirme çabasının, kurmaya çalıştığı siyasal düzeni donuklaştıracağını düşünerek, Kadro ve Ülkü dergileri etrafında örgütlenen çabaların ilerlemesini engelledi.
Atatürk'ün ölümünden sonra siyasal mirasını devralan İnönü de, Atatürk'ü tarihsel bir kurucu figür olarak konumlandırmayı tercih etti. Atatürk isminin kamusal bir tartışmaya konu olmasını engellemek yönünde hassasiyet gösterse de, kendi iktidarını gölgede bırakacak ölçüde öne çıkmasına da izin vermedi. Bu çerçevede, iktidarı simgeleyen para, pul, büst, vb. alanlardan Atatürk'ü kaldırarak kendisini yerleştirdi. İnönü'nün kendi iktidarına yönelik hassasiyeti, Atatürk'ün önemli bir tarihsel-kurucu şahsiyete indirgenmesine yol açtı.
Paradoksal olarak, Atatürk'ü siyasal hayata geri taşıyan Bayar oldu. Bayar, İnönü- Cumhuriyet özdeşliğini kırmak üzere, Atatürk'ü siyaset-üstü bir lider olarak sahneye çağırarak İnönü'yü ve CHP'yi kendisi ve partisiyle eşitleme stratejisine başvurdu. Atatürk'ü Koruma Kanunu ve kamusal mekânlarda Atatürk'ü İnönü'nün yerine ikame etme teşebbüsü, Atatürk'ün siyasal sahneye yerleşmesine imkân sağladı.
Konjonktürel ihtiyaçların belirlediği bir varoluş stratejisi olarak Bayar'ın teşebbüs ettiği çaba, 27 Mayıs rejimi tarafından politik bir teolojiye dönüştürüldü. Bu dönemde, Kemalizm, iktidarı devralan siyasal elitlerin dünya algıları ekseninde yorumlanarak doktrinleştirildi. Aydın-asker-bürokrasi bloğunun iktidar imtiyazlarını meşrulaştırmak üzere, yeniden ve dar bir sol jargonla yorumlanan Kemalizm, Atatürk'ün siyasal mirasını çoğulcu bir yeniden üretim imkânından mahrum bıraktı. Farklı siyasal hareketlerin talep ve önerilerinin Kemalizm'den sapma olarak damgalanarak dışlanması ve bastırılması, Kemalizm'i siyasal rekabetin etkili bir silahına dönüştürdü.
Dolayısıyla, 27 Mayıs 1960'tan bu güne tartıştığımız Kemalizm, Atatürk'ün siyasal mirasının belirli bir dönemde, belirli bir zümrenin, belirli siyasal ihtiraslarla yeniden üretilmesinden ve üretildikten sonra da yeniden üretime kapatılmasından başka bir anlam ifade etmiyor. Yarım asırlık bu yorumlama dolayısıyla, Kemalizm, bugün, pozitivizmin, din düşmanlığının, gelenekten kopuşun, topluma yabancılaşmanın, toplumsal değerleri küçümsemenin, seçkinciliğin ve vesayetçiliğin kılıfı haline gelmiş durumdadır.
Atatürk'ün toplumsalsiyasal kamplaşmanın merkezinden çıkarılıp, siyaset- üstü bir kurucu figüre dönüşmesi için, 27 Mayıs parantezinden çıkarılması gerekir. 27 Mayıs parantezi, Kemalizm sömürüsü üzerinden Atatürk'ü, hem kendi kişiliğinden hem de Türkiye'nin bugünü ve geleceği için yüklenebileceği muhtemel imkânlardan koparmış durumdadır. 27 Mayıs, Kemalizm'i 'eski Türkiye' ve eski Türkiye'yi ayakta tutan statükocu dinamiklerle özdeşleştirmiş durumdadır. Eski Türkiye'nin her yönüyle tartışıldığı bir dönemde, yarım asır boyunca, vesayetçi bir iktidar anlayışına yegâne anlam üreticisi olarak tedavülde tutulan Kemalizm'in tartışmadan muaf kalması düşünülemez.
Bu çerçevede, Yeni Türkiye'de Atatürk'ün kurucu bir figür olarak yer bulabilmesi, siyasal mirasının belli bir zümrenin elinden alınmasına bağlıdır. Bunun için de, yarım asır boyunca, donuklaşmış, belli gayelerle, belli ajandalarla, belli siyasal hesaplarla kolayca giderilemez siyasal ve toplumsal hasarlar oluşturmuş Kemalizm'in, kurucu bir figür olan Atatürk'ten ayrıştırılması ve geride bırakılması gerekir.