Siyasetin değişmeyen gündem maddelerindendir özgürlük sorunsalı. Antik Yunan'da da özgürlük nedir, kim özgür olmalı soruları yer almıştır Fransız İhtilali sonrası Avrupa'da da. Bu topraklarda ise hem geleneksel hem dini kodlar özgür iradeye vurgu yaparken toplumsal sınırları öne çıkarır genelde. Sonuç olarak bu özgürlük meselesi çok büyük bir tartışma. Günümüze yansıması ise sosyal medyada özgürlük meselesi. Özellikle yaklaşan seçim gündeminde yine yine ve yeniden gündemin üst sıralarında sosyal medyanın özgürlüğü meselesi. Sosyal medyanın Habermasçı bir kamusal alan meselesi ayrı bir tartışma konusu olarak kenarda dursun, sosyal medyanın özgürlüğü meselesine bir bakmak lazım. Hele ki Elon Musk'ın Twitter'ı satın alması sonra bu platformda olan bitenleri görüp, bu konuyu konuşmamak olmaz.
Konuşmamak olmaz çünkü Musk sonrası ortaya çıkan pek çok belge ve gerçekleşen ifşalar, eski deneyimlerimiz üzerine tuz biber oldu. Bu bulgular ve ifşa dosyaları sosyal medya platformlarının genel itibarıyla çok da özgür olmadığını herkese bir kez daha gösterdi. Tabii burada genelde Twitter üzerinden giden bir özgürlük tartışması olduğu tekrar vurgulanmalı. Twitter'ın eski ve yeni yönetimleri arasındaki çatışma, bazı karanlık alanları aydınlığa kavuşturdu.
Bu iki yönetim yapısı ve fikirsel farklılıkları arasındaki çatışmada, özgürlük önemli bir gündem maddesi. Sosyal olarak da karşılık bulan bir söylem özgürlük. Dolayısıyla karşılıklı mücadele içerisinde stratejik bir alan da denebilir. Bu nedenle eski yönetimin nefret söylemlerinin artmasına yönelik iddiaları ya da Musk'ın kuş artık özgür sloganları gibi gelişmeler bu mücadeleyle bağlantılı. Musk sonrası kapatılan hesapların açılması meselesinin de özgürlükle doğrudan ilişkili olduğunu söylemek güç, ancak orada da "daha özgür Twitter" söylemleriyle bağlantılı eylemler görülüyor. Dolayısıyla aslında eski yönetimin duruşuyla yeni yönetimin duruşu arasındaki farklılıklar daha dikkat çekici.
Yeni yönetimin, farklı gruplara yönelik söylemler açısından hassasiyetleri eski yönetimle aynı değil, burada bir tür sensörvari yaklaşımla konu izah edilebilir. Örneğin ırkçı söylemlerdeki artışlara yönelik iddialar ve eleştiriler dikkate alındığında eski yönetim bu alana dair bazı içerikleri daha hassas bir şekilde seçiyorken, yeni yönetim bu konuda daha geniş bir alan bırakıyor olabilir ve bu durum ırkçı söylemi tetikleyebilir. Öte yandan ABD örneği üzerinden gittiğimizde daha önce Cumhuriyetçilere yönelik sert söylemler eski yönetim tarafından daha tolere edilebilir diye düşünülüyorken, yeni yönetim bu konuda daha hassas bir sensör gibi en ufak eleştirilere müdahale ediyor olabilir. Hatta bu durumu Musk'a yönelik eleştiriler üzerinden okumak mümkün. Kendisini eleştiren gazetecilerin hesaplarına doğrudan yaptırım uygulanması, yönetimlerin subjektifliğine bir örnek olabilir. Bu durum dini hassasiyetler açısından da ele alınabilir.
Dolayısıyla aslında paylaşımların kimin süzgecinden geçtiğine bağlı olarak elekteki delikler genişleyebiliyor veya daralabiliyor. Önceki yönetimin hassasiyetleri ve Musk dönemi hassasiyetlerin farklılaştığı muhakkak. Bu nedenle de bazı alanlarda daha fazla alana müsaade ediliyorken diğer taraf daha çok sıkıştırılıyor olabilir. Dolayısıyla genel itibarıyla sosyal medya alanlarına yönelik özgürlük söylemlerine biraz daha dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Sosyal medyanın iletişimdeki rolü, etkileşim kapasitesi, yönetimde şeffaflık, katılım gibi boyutları yadsınamaz ama bu katkılar bir kutsiyet sağlamıyor.
Aynı şekilde bilgi ve haber akışının kullanıcılardan geliyor olması da sınırsız bir özgürlük alanının varlığına işaret etmiyor. Twitter ifşalarıyla bir kez daha gündeme gelen ve daha önce de farklı şekillerde ortaya çıkan sızıntıların bize gösterdiği üzere, aslında özgür denilen alanlar teknoloji firmalarının ve bu platformların sahiplerinin bize çizdiği sınırlar. Aynı şekilde bu firmalarla devletler arasındaki ilişkiler dolayısıyla da tamamen serbest alanlar söz konusu değil. Bu yüzden önceden mi şimdi mi daha özgür Twitter sorusu geçerliliği sorunlu bir soruya dönüşüyor.
Tekrar dönüp baktığımızda şöyle bir sonuç çıkıyor. Twitter'da eski yönetim, yeni yönetimi demokratik olmamakla, nefret söylemine prim vermekle suçluyor. Yeni yönetim ise olabildiğince Twitter'ın özgürleştiğine dair vurgular yapıyor ve geçmişin sansürüne, geçmişin bir siyasi görüşü öne çıkarmasına veya genel kabul görmeyen radikal bazı görüşleri yaymakla suçluyor. Bu durumda soru şu: Twitter ve sosyal medya platformları gerçekten özgür mü?
Tabii işin bir boyutu Twitter'ken, diğer tarafta Facebook ve Cambridge Analytica skandalı; Snowden'ın ifşalarıyla ortaya çıkan ve farklı takip programlarıyla telefonlardan, Microsoft, Google, Twitter ve Facebook gibi alanlardan toplanan metadatalar; Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan izleme, takip, manipülasyon, dezenformasyon çabaları gibi hususlar bu alanların pek de özgür olmadığını göstermeye yetmesi gerekiyor. Lakin yetmiyor…
Arap Baharı'nda, Turuncu Devrim'de, Suriye'deki iç savaşta kitlelerin yönlendirilmesinde sosyal medyanın nasıl kullanıldığı, istihbarat örgütlerinin bu alanda cirit attığı nedense göz ardı ediliyor. Örneğin yakın zamanda Türkiye'deki afetlerde sahte hesaplar yoluyla olmayan adreslere yönlendirilen ekipler, yalan haberler yoluyla insanları yanlış yönlendiren hesaplar bu alanın her zaman masum olmadığını görmemiz için yeterli olmalı. Lakin olmuyor…
Ezcümle, sosyal medya söylemler itibariyle özgürüm özgürüm özgürüz diye bağırıyor olsa da aslında pek çok mücadelenin yaşandığı, farklı devletlerin çıkarları için toplumları ve toplulukları izlediği, yönlendirdiği, görüşlerini biçimlendirmeye çalıştığı bir alan.
Evet, şüphesiz bir ifade alanı olması itibarıyla kıymetli ancak bu nimetten başka türlü faydalanmak isteyen örgütlerin ya da devletlerin olduğu da unutulmamalı. Bu platformların kurulduğu ülkelerin istihbarat teşkilatlarıyla bağlantıları artık gizlenebilir hususlar değil. Musk'ın ifşalarında Twitter örneğinde bu görünür olduğu gibi, farklı açıklamalar yoluyla TikTok meselesinde de Çin'in eylemleri artık malumumuz. Trump'ın Başkan olduğu ABD seçimlerinde Rusya'nın müdahalesine yönelik tartışmalar ve Biden'ın Başkan olduğu seçimlerde Çin'in müdahalelerine dair iddialar diğer örnekler.
Tüm bu tartışmalar, küresel gelişmeler ortadayken Türkiye'de sosyal medya özgürdür ya da değildir tartışması biraz yavan kalıyor. Seçimlere giderken tüm siyasi aktörlerin yoğunluk verdiği bu alanları kutsamak, bu platformları yeni nesil siyaset alanları olarak tanımlamak da bu yüzden eksik bir yaklaşım. Her türlü dezenformasyonun, manipülasyonun, operasyonun olduğu sosyal medyayı romantik yaklaşımlarla özgürlüğün alanları olarak nitelemek bu platformları tanımamak demek.
Velhasıl, bu alanları ancak akılcı yaklaşımlarla kullanırsak iş görür. Ancak gözümüzü karartmadan, doğruyu yanlışı ayırt ederek, gelen mesajları süzerek, yayılan haberleri teyit ederek faydalı boyutlarından yararlanabiliriz.
Yoksa maazallah bineriz bir alamete, Allah sonumuzu hayreyleye…