Son günlerde sosyal medya alan genişleterek hayatımıza müdâhil olmaya devam ediyor. Bir yandan Kahramanmaraş Depremi'nde insanların bölgeden haber alma beklentisi diğer yandan yaklaşan 14 Mayıs Seçimleri sosyal medyanın geçirilen süreleri ve etkileşi arttırdı. Tabii bu artışla birlikte seçimlerin ısındırdığı havada bu platformlardaki nefret söylemlerinin arttığı gözüküyor.
Üç günde hainlerin ya da kahramanların doğduğu bu alanlardaki nefret söylemi nereden doğuyor peki? Gündelik hayatta sürekli birbirlerine hakaret etmeyen ya da grupları aşağılamayan topluluklar neden dijital alanlar söz konusu olunca bu kadar sert ve nefret dolu hareket ediyorlar?
Bu sorunun cevabında alt boyutlar var zannımca. Öncelikle sosyal medyanın bir görünen ve pozitif yönü, diğer taraftaysa karanlık ve olumsuz bir yüzü olduğunu kabul etmek gerek. Karanlık yüze döndüğümüzde dezenformasyondan manipülasyona, terör ağlarından nefret söylemine çok başlıklı bir sorun alanını görüyoruz. Bu karanlık ve soğuk alanda yer alan nefret söylemi meselesinin ise bence dört temelden mülhem gerekçeleri var. Bunlar; teknik, psikolojik, sosyo-kültürel ve demografik etkenler. Bu etkenler dolayısıyla iletişim alanı, etkileşim alanı, sosyalleşme alanı sosyal medya bir anda nefret söylemi içeren bir alana da dönüşebiliyor.
Aslında sosyal medya son yirmi yılın en önemli teknolojik girişimlerinden bir tanesi. İletişimi zenginleştiren ve geliştiren bir boyutla hayatımıza hızlı giriş yapan teknolojik devrimlerden. Bu boyut kısa zamanda insanları içerisine çekti ve küresel ölçekte hızlı bir yayılım gerçekleşti. Farklı sosyal medya platformları eliyle insanlar fotoğraflar paylaştılar, arkadaş çevrelerini oluşturdular, fikirlerini paylaştılar, videolar paylaştılar, şarkılar paylaştılar. Anlık iletişimin de entegre olmasıyla internetin insanlara dokunan en işlevsel boyutlarından biri ortaya çıkmış oldu. Hızlı, kesintisiz, zengin iletişim. Ulaşılamayana ulaştıran, geniş kitleleri bir araya getirebilen, ortaklıklar ve karşıtlıklar üzerinden birbirlerine ulaşabilen insanlar sosyal medyada kendine yer buldu. Tabii burada karşıtlıklar ifadesi önemli.
Karşıtlıkların sosyal medyada sürekli birlikte var olması çatışmaları da beraberinde getiriyor. Gerçek sosyal hayattan ayrıştıran önceliklerden birisi bu. İsteseniz de istemeseniz de karşıt görüşler, hoşunuza gitmeyen kişiler, beğenmediğiniz eylemler önünüze çıkabiliyor. Bu işin teknik boyutu. Yani gündelik hayatta uzak durabileceğiniz, sizi rahatsız edebilecek şeyler önünüze gelebiliyor. Bu durum -tırnak içinde ifade ediyorum- her kesim için muhtemel hedefleri öne çıkarıyor. Bu muhtemel hedeflere ulaşımın kolay olması, öte yandan karşı taraftan gelebilecek karşılıkların fiziksel hayata kıyasla daha uzak olması hedeflere 'atışları' serbest kılıyor.
Psikolojik boyut açısından incelendiğinde iki husus öne çıkıyor. Birincisi, yazılı iletişimin empatiyi düşürmesi, ikincisi ise insanların tanımadıkları, yüz yüze gelmedikleri insanlarla iletişimde gerçek hayatta olmadığı kadar sertleşebiliyor olması. Bu duruma yüzlerce örnek bulunabilir sosyal medyada. Karşı tarafın duygularına erişilemiyor olması kişiler arası iletişimde bozulmaları getiriyor. Duyguları yazılı olarak ifade etmek için kullandığımız resimli karakterler (emojiler) bu sorunu engellemeye yetmiyor.
Bir başka boyut yeni alanların kültürel kodlarına dair. Çünkü her bir sosyal medya platformu kendi içerisinde bir kültür geliştiriyor. Yani, toplumsal bağlamda içinde yaşadığımız kültür kodları, o platform içerisinde geçerliliğini koruyamayabiliyor. Örneğin, toplumsal hayatta dikkat edilen bazı hassas noktalar ya da yazılı olmayan kurallar ilgili platformda karşılık bulamayabiliyor. Kadın-erkek ilişkilerinden, etnik ya da dini kökenlere yönelik hassasiyetlere pek çok kültürel norm, sosyal medyada anlamını yitiriyor. Bu durum da gündelik hayatta birliktelik duygusuyla dokunulmayan bam tellerine basılmasına yol açabiliyor.
Buradaki bir diğer husus bize özgü meseleler. Siyasetin ve siyasetçilerin keskin söylemleri, sürekli ötekileştirici yaklaşımları sosyal alandaki grupları da birbirinden uzaklaştırıyor. Deprem gibi bir afette büyük gruplar birleşebiliyorken bazı radikal grupların hala keskin kalıyor olmasının sebebi kültürel normlar kaynaklı değil, siyasi bağnazlıkla ilgili. Bu grupların baskın hale geldiği platformlarda ya da baskın oldukları zaman dilimlerinde nefret söylemleri arttığı gibi kapalı gözlerle yapılan paylaşımlar dezenformasyonu ve manipülasyonu da destekliyor.
Son olarak sosyal medyanın kullanıcı kitlesiyle bağlantılı olarak da belki bir değerlendirme yapılabilir. Çünkü malumunuz, sosyal medya kullanıcı kitlesinde yaş ortalaması genellikle düşük. Yani ağırlıkla gençlerin yer aldığı alanlar bunlar. Tabi yıllar geçtikçe bu durum değişiyor, değişecek. Lakin ilk ortaya çıkıştan günümüze ağırlıkla gençlerin bu alanlardaki varlığı oransal olarak daha yüksek. Bu nedenle yaş da bir değişken olarak bence karşımıza çıkıyor. Gençlerin daha keskin görüşleri ve keskin sesleri, bazı durumlarda tepkilerin tonunda dozaj ayarlamasının kaçmasına yol açıyor. Tabii bunu nefret söylemi için değil, genel olarak söylüyorum. En nihayetinde doz kaçtıkça nefret söylemine giden paylaşımlar doğuyor. Bu sertlik ise yeni sertlikleri ve karşıtlıkların karşılıklı düşmanlığa dönüşümüne yollar açıyor.
Dört temelden yükselen bu nefret söylemleri sosyal medyanın ortaya koyduğu yeni alanları kirletiyor. Bu kirlilik ise yeni sosyal alanlarda yeni sosyalleşmeler eliyle yayılmaya devam ediyor. Yeni kendini yeniden üreten bir kirlilik doğmuş oluyor. İşte bu sebeple gün geçtikçe daha da kirli hale geldi sosyal platformlar. Özellikle 140 karakterlik fikirler paylaşımı amacıyla ortaya çıkan ve bu günlerde sınırları ortadan kalkan Twitter'ın ciddi bir nefret söylemi barındırdığını söylemek mümkün. Bu nefret kimi zaman etnik gruplara kimi zaman siyasi gruplara kimi zaman dini gruplara yöneliyor. Sabahın nefret objeleri akşam başka bir vesileyle subje haline gelebiliyorlar. Bir yandan bu nefret odakları diğer yanda ise sosyal alanın yargısız infazları, kırılgan grupları tehdit etmeye devam ediyor. Ayrıca Twitter'daki farklı kitleleri manipülasyona ve dezenformasyona açık hale getiriyor.
Kamu kurumları ya da kuruluşlar bu alandaki kirliliğe karşı mücadele etmeye çalışıyorlar. Örneğin, İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi ve Anadolu Ajansı Teyit Hattı gibi kurumların iletişim birimleri sürekli olarak bu kirli içeriğe müdahale süreci içerisinde. Ancak bu mücadelenin bireylerin desteği olmadan başarılı olması çok zor. Bireylerin kendi teyit mekanizmalarına yani sorgulamaya ihtiyaçları var. Fikri arka planların gerçekleri kör etmesine izin verilmemeli. Özellikle gençler açısından bu durumun öncelikli olduğunu hatırlatmak gerekiyor. İnsanları kırmadan fikirleri ifade edebilmek, farklı grupları incitmeden tartışabilmek, hassas söylemleri kullanırken dikkatli olmak ve dahi tüm toplumun zararına olabilecek manipülasyonlara alet olmamak gerek. Sormak, sorgulamak ve nezaketten şaşmamak. Sosyal medyada ihtiyacımız olan bu…