Postmodernite kimlikleri kültürel olmaktan çıkarıp siyasallaştırdığından beri farklılık temelli siyaset de meşruiyet kazanmıştı. Türk siyasetinde doksanların başında başlayan Kürtçü siyasetin meşrulaşma çabasının zirvesi 2015 seçimlerinde HDP'nin "Türkiyelileşme" sloganıyla altı milyona yakın oy almasıdır. Her ne kadar daha önce de gerek bağımsız olarak gerekse diğer partilerin listelerinden Kürtçü siyasetçiler meclise girmiş olsa da ilk kez baraj sorunu yaşamadan ve kendi logosuyla başarılı olunan seçim 2015 Haziran seçimleri olmuştur. Sol ile yapılan ittifak özel olarak oy getirmese de Türkiyelileşme sloganının yarattığı meşruiyet halkası HDP'ye bir takım CHP oylarının da kaymasını sağlamıştır.
Türkiyelileşmeden bahsederken bile kazılan hendekler arkasındaki özerklik arayışları HDP'nin yeni söyleminin ilk açmazını oluşturmuştur. Nitekim 2015 Haziran ve 2015 Kasım seçimleri arasındaki süreçte PKK'nın özyönetim ilan ettiği bölgelerde alan hakimiyetinin büyük oranda sağlanması HDP'nin siyasi desteğini de zayıflatmıştır. Oysa 6-8 Ekim'de Kobani'ye saldıran DEAŞ bahanesiyle başlatılan kanlı protestolarda birçok vatandaşın kaybedilmesine rağmen çözüm süreci askıya alınmamıştı. HDP'nin bir taraftan Türkiyelileşme söylemini kullanırken diğer taraftan siyaseti değil sokağı işaret etmesi bazıları için samimiyetsizliğinin diğerleri için ise iç politik rekabetlerin bir sonucuydu.
PKK'nın şiddetiyle kendi siyaseti arasına mesafe koymakta zorlanan HDP'nin bir diğer açmazı da Kandil'deki savaş baronlarının değişmesi pek mümkün gözükmeyen teröre eğilimli zihinleridir. Türkiye'nin verdiği izinle geçiş yapan peşmergeler aracılığıyla Kobani'nin DEAŞ saldırısından kurtarılmasına rağmen sonrasında bölgede oluşan ABD destekli YPG hâkimiyeti PKK'yı da yeniden teröre yöneltmiştir. Suriye'nin kuzeyindeki alan hâkimiyetinden kaynaklı özgüveni Türkiye'nin otuz kadar kasaba ve şehrinde kurmaya çalıştıkları özyönetime taşımışlardır. Aynı dönemde Demirtaş, Türkiyelileşme söylemiyle sempati toplamaktaydı. Rekabet mi samimiyetsizlik mi tartışması da bu tutarsızlıktan kaynaklanmaktaydı.
HDP siyasetinin üçüncü açmazı da değişen sosyolojisiyle alakalıdır. HDP 2015 sonrası artık bir bölgesel hareket olmaktan çıkmış Kürtlerin yaşadığı her yerden oy alan bir partiye dönüşmüştür. Bu anlamda HDP'yi destekleyen batı kentlerinde yaşayan yeni bir seçmen profili ortaya çıkmıştır. Genç ve şiddeti değil siyaseti önceleyen yeni seçmenler Öcalan'ı değil Demirtaş'ı lider olarak görmekteydi. 2018 seçimleri ve 2019 yerel seçimlerinde daha da netleşen tablo Demirtaş'ın artan siyasal karizmasına işaret etmekteydi. PKK'nın terörü karşısında yalpalayan Demirtaş için seçmenlerdeki bu yeni profil yeni siyasal cesaret de oluşturmuştur.
HDP'nin bir diğer açmazı da Demirtaş'ta oluşan yeni siyasal cesaretle birlikte gelişmektedir. 2016'dan beri batılı şehirlere uzanamayan PKK terörü alanda sıkışınca önce Mersin'de sonra da Taksim'de yeniden şiddete sarılmıştır. Demirtaş ise 2015 sonrası ilk kez bu kadar açıktan terör karşıtı bir duruş sergilemiş ve Kandil'in terör baronlarından uyarısını yemiştir. Hatta hasta babasını ziyareti devlet tarafından kabul edilen Demirtaş'ın ideolojik babası Öcalan ile görüşme isteği PKK vetosuyla HDP tarafından reddedilmiştir. Kandil ile yollarını ayırma konusunda cesur adımlar atmaya çalışan Demirtaş, henüz tavrını ne HDP'ye ne de Öcalan'a kabul ettirebilmiş değildir. Fakat HDP içi çatallanan yolların da işaretini vermektedir.
PKK terörü ile arasına mesafe koymakta isteksiz davranan HDP siyasetinin en önemli açmazlarından biri olan terör iltisakı partinin meşruiyetini de zedelemektedir. Partinin yasal durumunu ise yakın zamanda Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davası belirleyecektir. Politik olarak meşruiyet zemini zayıflayan HDP'nin yasal güvenceleri de olası bir kapatma kararı sonucu ortadan kalkabilir.
Fakat çoğu zaman siyaseti belirleyen yasalar değildir. Bu nedenle arkasında sosyal kitlesi diri kalan bir HDP, parti olarak kapatılsa bile son otuz yıldır olduğu gibi yeni bir tabelayla bugünden yarına yeniden doğabilir. Velev ki geniş bir lider kadrosuna siyasi yasak gelmesi de partinin yeniden doğuşunu engelleyecek gibi görünmemektedir. Türkiye'nin gelişmişliğinden yeterince pay alamadığını düşünen ve hak deyince ilk aklına gelen yaşam ve ifade özgürlüğü olan, kendini önce Müslüman, sonra özgürlükçü ancak en sonda Kürt Milliyetçisi olarak tanımlayan bir seçmen kitlesi halen orada dipdiri durmaktadır. Doğrusu bu seçmen kitlesinin radikal sol ittifakın taşıyıcı gücü olan HDP'ye mahkûm olması da trajiktir.
HDP'nin hesapsız açmazlarından biri de sol ve demokratik eşitlikçi söylemine rağmen seçmenlerinin önemli kısmının sığınmacı karşıtlığıdır. Bir nevi nöbetleşe dışlamacılığın işlediği bu Arap ya da Afganlara yönelik eşitlikçi olmayan hiyerarşik tavır karşısında HDP'nin demokratiklik söylemi de erimektedir. Ötekine karşı demokratik olmayan bir tavrın samimiyetinden bahsetmek oldukça zordur. Bu nedenle PKK destekli HDP siyaseti "başka bir Türkiye" yaratmaktan ziyade yenilenmiş bir jakoben Jönkürt hareketi olarak görünmektedir. Dahası Jakobenlerden daha uzun süredir amaçları için terörü kullanmaktadırlar.
Gelinen noktada siyasal alanın güçlenmesi ve terörün sona ermesi için demokrasiyi sadece Erdoğan düşmanlığı olarak görmeyen, kendi sosyolojisinin tahammülüne sığınmayan onların tasdikini alan bir HDP'ye ihtiyaç bulunmaktadır. Demirtaş bu açığı gördüğü için teröre açıkça mesafe koymaya çalışmaktadır. Seçmendeki karşılığı güçlü olsa da Osman Baydemir gibi PKK'nın dişlileri arasında sıkışıp kalma ihtimali daha olasıdır. Bu nedenle Türkiye'deki alanını kaybeden PKK'nın Suriye'den devşirdiği güçle de bağları kesilmeden HDP siyasetinin "Türkiyelileşme" ya da "başka bir Türkiye" çağrısına kulak vermek mümkün gözükmemektedir. Nitekim 2015'de bu çağrıya kulak kabartanların önemli kısmı da artık orada değildir.