Eskişehir'de 12 Ağustos'ta bir camide yaşanan saldırı ve saldırının biçimi, Türkiye'de aslında uzun zamandır derinden ilerleyen ancak geleneksel medyada ve dolayısıyla kamuoyunda yeteri kadar öne çıkmayan bir realitenin Türkiye için artık gerçek bir tehdit olduğunu ortaya koydu. Diğer bir ifadeyle Türkiye, Batı tipi ırkçı eğilimlerin terör saldırısı üretebilecek bir potansiyel ve hatta yaygınlığa ulaştığını yaşanan bu olayla anladı.
Öte yandan daha çok Batı dünyasına has bu tip radikalleşme ve eylem biçimlerinin Türkiye'de de görülmesi, aslında konuyla ilgili olanlar açısından pek de sürpriz değil. Zira Batı'da her geçen gün artan İslamofobi ve/veya zenofobi, buna paralel alternatif ve aşırıcı ideolojilerin zayıflayan merkez siyaset karşısında özellikle popülist aktörler vasıtasıyla yaygınlaşması, uzun zamandır sosyo-politik bir sorun olarak güçleniyordu. Ayrıca söz konusu soruna sebep olan dinamikler ve semptomlar, bir süredir Türkiye'de de görülüyordu. Nitekim Eskişehir'deki saldırı artık sorunun reddedilemeyecek bir şekilde gün yüzüne çıktığını gösteriyor.
Aslında Türkiye, geleneksel sosyo-politik yapısıyla bu potansiyel soruna çeşitli sınamalara rağmen oldukça uzun bir süre direnç göstermişti. Ancak hem yerel hem de küresel anlamda yakın geçmişte yaşanan gelişmeler İslamofobi ve ırkçı terörü Türkiye'nin de bir sorunu haline getirdi. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, meselenin karmaşık, çözümün ise kolay olmadığı yeni bir ulusal sorun ve hatta tehditle karşı karşıya.
Alternatif sağ ve ırkçı terör
Yakın dönemde özellikle Batı'daki geleneksel merkez sağ-muhafazakar siyasetin, müesses liberal düzen ve politikalar neticesinde ortaya çıkan ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm bulamaması, sağ ideolojileri benimsemiş bazı toplumsal kesimleri, özellikle de siyasallaşma biçimi dönüşen gençleri alternatif aramaya yönlendirdi. Bu bağlamda popülizm, radikalleşme veya aşırıcılık, sorunları çözemeyen "yumuşak" merkeze karşı daha sert ve güçlü bir cevap olarak benimsendi. Dolayısıyla alternatif sağ (alternative right / alt-right), ciddi bir politik itiraz ve talep olarak yaygınlaşmaya başladı.
Alternatif sağı popülerleştiren temel araç ise internet olarak kabul edilmekte. Zira çeşitli sosyal medya ve iletişim platformları, oluşturduğu kendine has kültürü ve iletişim dili ile geleneksel siyasete tepkili, mevcut siyasi aktörlerden memnuniyetsiz, arayış içerisinde olan gençler için bir siyasallaşma ortamı ve biçimi haline geldi. Burada ortaya çıkan düşünce ve akımlar, hem sosyal bariyerlerin daha zayıf olması hem de küreselleşmeye müsait olması sebebiyle daha kolay benimsenir hale geldi. Üstelik gençler kendi siyasallaşma biçimlerini kendilerine has biçim ve dillerde üretebiliyorlar, kendi doğrularını da bu yönde şekillendirebiliyorlardı. Dolayısıyla radikallik veya aşırıcı görüşler, geleneksel dünyada olağandışı ve sorunlu görünürken bu yeni ortamda ve kültürde söz konusu görüşleri olağandışılaştıracak kişiler veya kurumlar oldukça sınırlıydı.
İşte alternatif sağ ile ırkçılığın kaynaştıran ve olağanlaştıran etken de internet ortamında doğan bu yeni dünya ve onun kültürü oldu. Diğer taraftan ırkçılık ve yabancıları, özellikle de Müslümanları hedef alan ırkçı terör yeni bir dinamik değildi. Ancak alternatif sağ adı altında ırkçılığın popülerleşmesi ve olağanlaşmasına ek olarak geleneksel zenofobik veya İslamofobik eğilimlerin söz konusu tepkisel dünya ile buluşması daha riskli bir dinamiği tetikledi. Nitekim bu alternatif yeni dünya ve kültürde radikalleşen bireyler şiddeti normalleştirdi. Netice ise zenofobik veya İslamofobik ırkçı eğilimler ile şiddetin buluşması ve bireysel terör eylemlerinin olarak yaygınlaşması oldu.
Türkiye'de ırkçı terörü tetikleyen sebepler
Türkiye ise bu konuda kendine has sosyolojik yapısı ile uzun bir süre ve pozitif anlamda Batı'dan ayrışıyordu. Ancak alternatif sağın küresel ve ulus-üstü yapısı, Türkiye'deki gençleri de doğal olarak etkiledi. Dolayısıyla geleneksel versiyonundan farklı olarak alternatif sağda kendisini gösteren İslamofobik ırkçılık, siyasallaşma ve sosyalleşme biçimindeki özellikleri sebebiyle Türkiye'de de görünür bir hal aldı. Bu anlamda küresel trendlerin Türkiye'yi de etkisi altına aldığı net bir biçimde ifade edilebilir.
Öte yandan Türkiye'nin kısmen kendine has dinamiklerinin de alternatif sağ ve ırkçı terör riskini tetiklediği ya da en azından buna alan açtığı söylenebilir. Bu noktada ön plana çıkan en önemli gelişme Türkiye'de kısa bir zaman aralığında ani ve yoğun bir şekilde yaşanan yabancı göçmen artışı oldu. Özellikle Suriye olmak üzere Ortadoğu ve Afrika'dan Türkiye'ye gelen göçmenler, Batı'da on yıllardır bir sorun olan yerli-yabancı çatışmasını Türkiye'ye de taşıdı. Ekonomik ve sosyal sorunlar ile birlikte değerlendirildiğinde yabancı göçmenler, alternatif sağın ürettiği küresel ve ulus-üstü argümanların Türkiye'de de karşılık bulmasını kolaylaştırdı. Irk temelli üstünlük iddiaları, önce Suriyelileri hedef alan, ancak sonrasında turistleri de kapsayacak şekilde kendini gösteren Arap düşmanlığı örtülü İslamofobi, ek olarak Türkiye'de eğitim alan Afrikalı öğrencileri hedef alan ırkçılık, alternatif sağ argümanların Batı tipi "beyaz milliyetçi" aşırıcılığı Türkiye'de de geçerli bir akım haline getirdi.
Ancak Türkiye açısından alternatif sağ ve ırkçı teröre alan açan bir diğer ve belki de en önemli dinamik, Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ başta olmak üzere bazı siyasi aktörlerin Batı kopyası zenofobik popülist bir söylemi kullanmalarıdır. Zira söz konusu siyasal söylem sebebiyle göçmen karşıtlığı ve hatta yabancı düşmanlığı günlük politik tartışmaların bir parçası haline geldi, olağanlaştı ve hatta ana-akımlaştı. Nitekim güvenlikleştirme, korku uyandırma, dezenformasyon ve refah şovenizmi gibi farklı yaklaşım ve enstrümanlarla toplumu negatif anlamda tetikleyerek siyasi kazanım elde etmeye çalıştılar. Tüm bunlar alternatif sağa alan açtığı gibi güçlenmesini de kolaylaştırdı.
Ulusal bir tehdit olarak ırkçı terör ve zenofobi
Bugün gelinen noktada Eskişehir'deki saldırı belki ırkçı terör bağlamında ilk örnek olabilir. Ancak bu olay yalnızca ergence bir Nazi sempatizanlığı, dijital bağımlılık veya psikolojik sorun gibi basit ve odağı esas meseleden uzaklaştıracak basit bir açıklama ile geçiştirilmemeli. Nitekim semptomlar doğru okunmazsa teşhis ve tedavi de doğru uygulanamaz.
Bu doğrultuda ilk olarak yaşanan ırkçı terör saldırısı, radikalleşme eğiliminin bir neticesi olarak kabul edilmelidir. Nitekim söz konusu saldırının yaşanması, istisnai bir örnek olarak değil, radikalleşme eğiliminin toplumsal anlamda yaygınlaştığı ve derinleştiği bir tehdit olarak algılanmalıdır. Zira söz konusu saldırı tipi, her ne kadar bireysel olması ile dikkat çekse de bir trend olarak tekrar edebilme eğilimine sahiptir. Üstelik radikalleşme eğilimi kendini yalnızca ırkçılık şeklinde değil, diğer formlarda ve alternatif terör yapılanmaları veya biçimleri içinde de kendini gösterebilir.
İkinci ve son olarak Batı'da siyaset kurumunu yakın dönemde zayıflatan veya en azından sınayan en önemli sorunun zenofobik popülizm olduğu söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, Batı'daki ülkelerden farklı olarak özellikle zenofobik popülizmin son birkaç yıla kadar var olmadığı bir siyasal hayata sahipti. Ancak son yıllarda önce Kılıçdaroğlu liderliğindeki muhalif söylemler, ardından Ümit Özdağ ve partisinin Batı tipi zenofobik popülist söylem ve stratejiyi kopyalaması, söz konusu durumu değiştirdi. Dolayısıyla Türkiye'nin zenofobiyi ve bunu tetikleyecek popülist siyaseti bir tehdit olarak algılaması, Batı siyasetinin ayak izlerini geriye doğru takip ederek meselenin potansiyel tehditlerine karşı yolun henüz başındayken ciddi bir şekilde kendini hazırlaması ve önlemlerini geliştirmesi gerekmektedir.