Osmanlı İmparatorluğu modernleşmenin laikleşme ile geleceğini düşünmüş, aslında laikliğin Batı'da burjuvazinin kiliseye karşı mücadelesi sonucunda ortaya çıkan bir kavram olduğunu görememiş ve bu nedenle modernleşme, aydın-halk kutuplaşmasına dönüşmüş...
Tanzimat zamanında giyim stili, ev eşyası, paranın kullanılışı, insanlar arası ilişkiler "Avrupai" olmuş, "asker-sivil" bürokratların meydana getirdiği bir ecnebilik ortaya çıkmış. Bu vaziyeti Tanpınar, "parçalanmış bir zamanın" yaşanmaya başlandığını ve bunun insanımızı kendi içinde bir dağılmaya ittiğini söyleyerek açıklar. Ziya Gökalp'in tespitlerine göre de Tanzimat Dönemi'ndeki Batı taklitçiliği memlekette bir sürü ikiliğe yol açmıştır. Mektep-medrese, Batı hukuku-eski hukuk, Batı müziği-Doğu müziği...
***
Meşrutiyet ile üç önemli fikir akımı ortaya çıkar: Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük. Osmanlıcılık fikri bu dönemde terk edilmiştir. "II. Meşrutiyet'in en önemli kahramanları Comte, Le Play, Durkheim'dir. Hiçbir meselemize aydınlık getiremezler. Çünkü başka medeniyetin çocuğudurlar," diyen Cemil Meriç'e göre, bu dönem aydınının en büyük hatası pozitivizmi benimseyerek, İslam'ı düşman görmüş olmalarıdır.
Maddecilik, otoriterlik, entelektüel elitizm, kitlelere duyulan derin güvensizlik ve bir tür ırkçı Darwinizmi benimserler...
II. Meşrutiyet dönemi olarak adlandırılan 1908-1918 yılları Cumhuriyetin erken dönemi olarak kabul edilen 1918-1945 yılları arasında din karşıtlığı devamlılık arz eder.
Şerif Mardin, Anadolu'daki istilaya karşı örgütlenmenin birçok yerde din adamları tarafından başlatıldığını, Hatta Mustafa Kemal'in Anadolu'ya padişahın emri ile gönderildiğinin bilindiğini belirtir.
Nicole ve Hugh Pope; Mustafa Kemal'in düşüncelerini bilen Sultan'ın Mustafa Kemal'e Samsun'a gideceği günün akşamı şunları söylediğini belirtmektedirler; "Paşa, devlete şimdiye kadar çok iyi hizmetler verdin.... Yerine getirmek üzere olduğun hizmet şimdiye kadar yerine getirdiklerinin belki de en büyüğüdür. Devleti bile kurtarabilirsin!"
Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'nun her yerinde padişahın adı Cuma vaazlarında geçer. Mustafa Kemal her fırsatta "Yüce Halifeye" bağlılığını belirtir. İsmet Paşa da Muslim Standard gazetesine şunları söyler: "Yüzyıllardır hilafetin mücahidi olan Türk halkı gelecekte de bu kurumu koruyacak... Onlar hilafet için kanlarını akıtmaya hazırlar..."
Mustafa Kemal'in "dinsiz bir ittihatçı" olduğu propagandası yapan İngilizlere karşı Gazi Paşa, İslamcı bir anlayış sergiler:
"Türk milleti daha dindar olmalıdır.... Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Dinimiz şuura muhalif ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor."
Fakat daha sonra yazdığı Nutuk'ta: "Hükümetin dini olmaz, diyemedim, aksini söyledim..." diye yazar.
***
Şerif Mardin'e göre, "Bağımsızlık savaşında İstanbul'un dışındaki yörelerde halk tabakalarına daha yakın olan İslami kurumlar önemli rol oynamıştır. Anadolu'da istilaya karşı örgütlenme, birçok yerde din adamları tarafından yürütülmüştür. Din adamlarının Birinci ve İkinci Meclislere temsilci olarak katıldıkları aşikârdır. Cumhuriyet laikliğe doğru attığı adımlarla birlikte bu azalır. Bu geri çekilme, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sürer.
Büyük çapta Atatürk'ün yazdığı yahut telkin ettiği bazı metinlerde şu cümleler dikkat çeker: "Türkler İslam dinini (Arap dini) kabul etmeden evvel büyük bir ulus idi. Bu dini kabul ettikten sonra bu din, Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti, ulusal heyecanını uyuşturdu."
***
Kemalist laikliğin bir diğer özelliği de din-devlet ayrılığını tek taraflı algılamasıdır. Burada din ve devlet iki ayrı özerk alan değildir. Din, devlet islerine karışamaz, ama devlet din işlerine bal gibi karışır!
Nitekim devrimin ilk yıllarında camilere ayakkabı ile girilmesi, org çalınması, Türkçe ezan gibi olaylar dini; seküler bir ideoloji haline getirme çabalarının bir yansıması olarak görülebilir.
Bu ayrıştırıcı ve de militan laiklik, maalesef devleti halktan uzaklaştırdı...