Yaşadığımız büyük acıyı kullanarak kalbimizi kıran art niyetli zombilerden hiç bahsetmiyorum. Fakat zekânın da kırıldığı bir yer var!
Şu büyük âfette daha bir belirginleşti bu. Mesela televizyonlar... Seyirciye 12 yaş altı muamelesi yapan, 90'ların halka tepeden bakan medya kafasını izliyoruz. Bize çocuk muamelesi yapan, zekâ özürlü muamelesi çeken burnu büyük 'Beyaz' bir tavır...
Anlatacağım hadise, genel olarak nasıl bir medya-zekâ seviyesinde yaşadığımızın da özeti.
Hepimiz gibi ben de akşam TV'nin önüne geçip depremzede kardeşlerimin durumu hakkında bilgi almaya çalışıyorum. Geçende, saçını başını televizyon stüdyolarında ağartmış, son dönemde daha bir insaflı olmuş elemanın canlı yayın programına bakıyorum. Hatay'da evvelsi günkü son depremde hasar gören köprünün başında bir muhabir var. Kızcağız heyecanla yaşadığı depremi anlatıyor. İki şeritli yolun o kısmı kapanmış, diğer şeritten ambulanslar vızır vızır hastaneye yaralı taşıyorlar. Ekranda hepsini görüyoruz. Eleman, muhabire "E köprü ayrıldığına göre ambulanslar hastaneye gidemiyor değil mi?" diye sormaz mı? Ayrı gezegenlerde miyiz acaba? Muhabir yeniden anlatmaya çalışıyor. Eleman yine soruyor, "Ambulanslar nasıl geçecek?" Garibim haberci (ne sabır var kızda) baştan başlıyor: "Ambulanslar karşı şeritten geçiyor Eleman Bey!"
"Haaa!" diyor bizimkisi. "Bi'dakka bi'dakka, çok önemli, şimdi şöyle diyebilir miyiz 6... buçuk şid... detinde... köprü... de çat... lak var, ikinci şe... rit, hım. Öyle mi?"
Bizimki olayı anlayana kadar yıl geçmiş, kurumlar, iş makineleri çoktan köprünün başına gelmiş çatlağı tamir ediyorlar. Zatıalileri hâlâ ilkokullar arası heceleme yarışmasında: "De... mek dep...rem.."
Elinin kö... rü... diye başlamamak için tövbe, dilimizi ısırıp zaplıyoruz...
***
AFAD'ın sitesine baktım. "Yer kabuğunu oluşturan levhaların hareketleri sonucu gerilme ve sıkışmalar, yüzyıllar boyunca enerji biriktirir. Bu hareketli kesimlere fay adı verilir.
Birbirlerini engelleyen levhalar arasında sürtünme başlar. Büyük kaya kütlelerinin arasında zayıf yerler zorlanır ve buralarda gerilme enerjisi birikir.
Zorlanma ve sürtünmenin etkisiyle çok şiddetli bir kırılma ve hareket ortaya çıkar. Bu harekete 'deprem' denir."
Böyle yazıyor...
Birbirini engelleyen levhalar diyor. Biriken enerji. Zorlanma ve sürtünmenin sonu...
Farkında mısınız bilmem, sosyal durum bu tanıma ne kadar da cuk oturmakta! Bu âfet bu sürtüşmeyi ortaya çıkarmadı mı? Hele ilk yedi gün. Bir itibarsızlaştırma, yalan haber furyası ve âdeta iç savaş tetiklenmesi yaşadık. Devlet ve millet el ele bu kötülüğü geri püskürttük ama yaşadığımız sosyal-siyasal şok dalgalarını görmezden gelemeyiz.
Jeolojik durumları elimizle düzeltemeyiz. Orası belli. Ancak şehirleri yeniden inşa ederken, kör kapitalizmin fıtratını değiştirebilir, insani önlemleri etkinleştirebiliriz. Ancak bunu yapabiliriz...
Peki ya sosyal fay kırıkları?
Onları ne yapacağız? Evet, hep birlikte büyük bir yardımlaşma ruhu inşa ettik. Arsız yalanı, yeteri kadar hızlı olmasa da def ederek toplumsal depremi iteledik. İteledik de nereye kadar?
Organize İftira Cephesini büyük hezimete uğratacağını düşündüğüm seçimlerin şu sıkışmış fay kırıklarını yumuşatmasını beklemek, bana göre safdillik! İnsaflı aydınların, münevverlerin, düşünürlerin odaklanması gereken bu noktadır zannımca...
***
Düşünür dedik ama kültür piyasasındaki zekâ durumu gerçekten de bir heceleme müsameresi. Alelacele deprem kitapları yayınlayan dokunaklı edebiyat tayfası falan... Arada sıkışmış kalmış durumdayız.
İyi de umut nerde?
Umut sokakta, sahada! Bütün ülkeyi istisnasız saran iyilik yarışçılarında. Hepimizin içinden geçip duran; "Yeterli yardımı yaptım mı? Daha neler yapabilirim?" diyen iç seste.
Sizi bilmem ama ben bağrımızdan fışkıran bu 'İyilik Hareketine' sevdalıyım. Ona sarılmak, o şefkat pınarında arınmak, ne öğreneceksem oradan öğrenmektir maksadım...