Geçen gün bir ekonomi kanalında borsa analizleri izliyorum. Hiperaktif, lâkin bilgili bir eleman çıkmış şirket analizleri yapıyor. Ekranda paraboller, grafikler filan. Borsanın düşme eğilimleri gösterdiği zamanlardaki tepkiler ve piyasa kuvvetleri arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Bir sürü anlamadığım kavram var ama özet şu:
Genellikle satışlar küçük yatırımcının telaşlı tepki satışlarıdır, diyor. Altta yatan ekonomi-politik eğilimleri görmezler ve bir an evvel kazanmak için palas pandıras girdikleri mecrada hisseler düşünce, "Amanın!" şeklinde korkuya kapılır ve ellerindekini satarlar. Bazılarıysa o şirkete niye yatırım yaptıklarını bilir, geçici dalgalanmalarda sakin kalır. İşte kazananlar daima o sakin kalanlardır. Korkuyu yönetmek önemlidir, diyor...
'Korkuyu yönetmek' gerçekten ehemmiyetli hadise. Yoksa korkmak çok insani bir durum. Borsa olayında görüldüğü gibi küçük yatırımcının üç kuruşumu kaybedeceğim korkusu anlaşılır bir şey. Anlaşılır da büyük fotoğraftaki post-çakal yatırımcıların tezgahına düşmek bu! Zaten amaç insanları korkutarak onların paylarını ucuza kapatmak. Çünkü biliyorlar ki, bir müteşebbis-ortak gibi değil de kumar kafasıyla saniyede köşe dönmek için para yatıranları korkutup ellerindekini ucuza kapatmak mümkün... Paniğe kapılanlar korkuyu yönetemeyenler, onu diyorum.
***
Aynı şeyi yakın dövüş sanatlarında da gözlemliyoruz. Mesela
Kung fu. Size doğru öfke ve hınç içinde kanlı gözleriyle azgın biri koşmaktadır. Ağzından köpükler saçarak koşar ve koca yumruğunu sallar!
Bilge dövüşçü sakin durmaktadır. Birden ani bir refleksle yana çekilir, yumruğu iter ve adamın dizkapağına ayağının tabanıyla vurur. Saldırgan dengesini kaybeder ve yere kapaklanır...
Gerçi burada zamanlama önemli. Kişi bu teknikleri tam vaktinde yana çekilemediği için darbe ala ala öğrenir. O da ayrı mevzu. Meşakkatsiz ilim yok...
Aslında saldırıyı beklemek korkuyu beklemektir. Zor bir iştir. İçinizde bir ses, "Kaç kaaaç!" diye bağırmaktadır. O sesi susturmak için korkuyla barışmak gerekir. Onun için Kung fu ustası aynı zamanda âlimdir. Bir ilmi vardır.
Korkuyu yönetmek ilim meselesi. Yükseklik korkusu da böyledir. Bende var o illet. İlk uçağa binerken gerisin geri kaçmamak için kendimi zor tuttum. Gittim, bilerek pencere kenarı aldım, oturdum. Uçak kalkarken dualar şunlar bunlar. Kalktıktan sonra da içimdeki paniğe, "Oğlum şimdi kaba etini yırtsan hikâye! Kapıyı açsalar ne yapacaksın?" dedim ve aşağıları seyretmeye başladım. Hâlâ bir şey beni toprağa doğru çekiyor, ödüm kopuyordu. Baktım bulutlar filan şiir gibi. Vay be birader, dedim kendime. Kuş oldun uçtun! Üçüncü keresinde beni terk etmişti korkum...
***
Yazarlar da böyledir. Her yeni kitapta rezil rüsva olmaktan korkarlar. Yaratıcı bir korkudur fakat bu. Onun için daha özenli, daha dikkatli davranırlar, daha çok bilgi toplarlar.
Ahmet Haşim mesela. Hayatı boyunca çirkin bulunacağından ve dalga geçileceğinden korkmuş durmuştur. Hasta yatağında en son, "Yahu beni seviyorlarmış, ben sevmezler sanıp ne çok kişinin kalbini kırmışım!" demiştir. Korkusu o muhteşem şiirini doğurmuş mudur? Bence doğurmuştur.
Ölüm korkusu, en dip korkudur. Korkmamak için Mevlâna olmak gerekir. Herkes korkar ölümden. Eski kralların hazineleri, aşçıları ve karılarıyla gömülmesi böyledir. Öte dünyada uyandıklarında saltanatları sürsün diye ne sanatkârane mezarlar yaptırmışlardır. Daha yakına gelirsek mezar taşları da öyledir. Taşlara yazılan dizeler, ayetler, harbiye nâzırı bilmem kimler, falanlar feşmekânlar. Aslında herkes bilir, ölüm rozet takmaz. Her ne kadar tek tanrılı dinler ölümün sadeliğine vurgu yapsalar da insanoğlu korkusunu bir sanat objesine çevirmek eğilimindedir...
***
Allah korkusu da faydalı bir eserdir. Allah'tan korkmak demek hırtın teki olmaktan tırsmak demektir.
Korku atının üstüne binme cesareti gösterenlere ise; silahlı olsun silahsız olsun her türlü savaş ortamında kahraman denir...