Ergenlik alengirli hadise.
Fakat insana ilk bilgi tohumu ondan önce atılıyor, orası kesin. Ondandır örfümüzde bebeğin kulağına Fatiha okunur. Çocuğun etrafındaki imgeler, simgeler ve sözler onun sonraki çağlarını etkilemekte.
Oralarda eğer bir travma, bir zorlama, bir cezayla karşılaşmışsa içinde bir defans oluşmakta. Bilakis tatlı dille aktarılan bir gelenek insanın gelecek yıllarında ne kadar dibe bastırılsa da güzel huylu eski bir tanıdık gibi ortaya çıkmakta. Ve kişinin elini şefkatli bir dost gibi bırakmamakta...
***
Fatiha denince seküler kesimde irtica falan diye bir endişe oluşmasın. Fatiha demek, açılım demek. Dünyaya ilk adım, ilk giriş. Bizim hatamız, neyi neden söylediğimizi idrak etmememiz! Anlamlar üstüne düşünsek, düşündürülsek mevsim baharlı, yollar çiçekli olacak ama ezber kısıtlıyor açılarımızı.
Fatiha mühim ve uzun mesele. Ama şunu bilmeli, "Yalnız senden isterim, yalnız sana ibadet ederim" demek insanoğlunu iki ayağı üstüne dikilen özgür bir varlık olarak düşünen bütün dinlerin özeti. Zaten biliyorsunuz kitaplı-kitapsız peygamberlerle gelen hakikatin adı barış. Huzur, güven, sağlık, selâmet: Yani
İslam...
Uygulayanlarda bir sakatlık olması bir büyük hikmetin, bir özlü sözün özüne halel getirmeyeceği ise, büyük insanlık düşüncesine ram olanların bildiği bir gerçek.
***
Ne var ki bu dijital çağda işlerin böyle olmadığını biliyoruz. Bebeklerin telefonda Amerikan paganlarının ürettiği oyunlarla büyüdüğünü gören gözlerin; iyilik, dürüstlük, merhamet ve şefkatin geleceği konusunda şüphe duymaları da doğal. Karışık cinsiyetler ve galeyana gelmiş karakterler arasında seçim yapmaya dayatılan seküler bir dil kasap satırı gibi tepemizde.
Yani işler zor. Özellikle kerim, kerem sahibi, insanı kollayan ve irtifa kaydetmesini isteyen eğilimler için bu böyle...
Öte yandan seküler lâdini yaklaşımların en büyük yanılgısı, İslam irfanından yani tasavvuftan arakladıkları insanı kâmil düşünce ve güzergâhını tek tanrı fikrinden soyutlayarak mutluluğa ve huzura varacağını sanması. Vardıkları yer olsa olsa adsız alkoliklerin iyileşme metotlarındaki 12 basamak oluyor. Veya rabbi silinmiş bir Mevlâna'nın, Rumi adıyla tektonik tahkiri...
***
Ondandır genelde insanlık manevi depremlere savrulur. Ve dolar bazında kamplarda yoga, aile dizimi, bıdı bıdı bin bir çeşit zamazingo zannımca kârlı bir vurgundur.
Aslında insanlığın bu ıvır zıvır karşısında aradığı ruhani huşu sadece Allah'ta. Ondandır İbn Arabi, bildiğim dilde konuşursam Muhiddin, yani Muhyiddin, 'dinin dirilticisi' söylemiştir. Benim serazat üslubumca yeniden inşa edersem şöyle demiştir:
"Benim kalbim, totemlerin arkasındaki Hakk'ı görendir..."
Bütün şu New Age gelişim şeyleri, şunlar bunlar ancak O'na ulaştığı zaman ferah bulur. Onun adına da biz Allah deriz, Âlemlerin rabbi deriz, evveliyatta 'Hu'.
Ve biliriz, Hu mânâdır. Anlamdır yani. Anlamsız bir hayat da birader, altın kaplı olsa da çekilmezdir. Bunu en kaz kafalımız bile idrak edebilir, ki inşallah etmiştir...
***
Ergen meselesi diye girdik nerelerden çıktık. Büyük laflara gerek yok işimiz ferasetli, basiretli, iyi birer insan olmak. Hepsi bu...
Ergen, bu Batıcıl dünyada bir türlü olgunlaşamayan, bitmez bir hormonal karışıklığın adıdır.
Zatım da ergenken pek sivilceli, pek Marksist bir şeydim. Bir gün sordular, sen nerelisin diye. "İstanbul" dedim. Şaşırdı varoşun Anadolu çocukları. "Peki Türk müsün, Kürt müsün" diye sordular. Düşündüm. Osmanlının son savaşları ve İstiklal Harbi dahil bütün cephelerde savaşmış, yeni cumhuriyette de görev almış Osmanlı vatandaşı Geylani dedemi, o silsileyi hatırladım, "Osmanlıyım!" dedim. Hep bir ağızdan güldüler. "Devrimci bir Osmanlı ha?"
Sonra sivilcelerim patlayınca anladım. Elbette Türkiye Cumhuriyeti'nde bir Türk'tüm. Tamam da dedemin adıydı Osmanlı, o geldiğim muazzam kök medeniyetin.
Ve ergenlik bittiğinde tamam oldu, iyyake na'budu ve iyyake nestain...