Bizden bir önceki yazarlara bakıyorum da nasıl bir lezzet var yazılarında. En gıcık olduklarımızda bile bir zarafet. Bir nakkaş, ritim, bir müzik...
Esas babalara yetişemedik ama çok okurduk, tartışırdık. Çocukça bir şeyler kaleme aldığımız da olurdu. Benim vardır mesela öyle boyumdan büyük, bol sivilceli işlerim. Bir keresinde biraz Kapital, Grundrisse falan baktım diye Asaf Savaş Akat'a, Stalinizm üzerinden giydirmiştim. Onun haberi olmadı tabii. Birinde Spinoza'nın ruhuna şiir bile yazdım.
Heyecanlı vakitlerdeydim...
***
O değil de
Bakırköy ne güzel bir yerdi ergenliğimde. Bir kere, geçenlerde 77. doğum gününü kutladığımız
Cem Karaca oralıydı. O bile yeterdi sevmek için. Konserine gittiğimde ortaokul öğrencisiydim. Önde oturdum, sahnede devleşen adam bitirene kadar heyecandan birkaç kilo verdim yeminle.
"Bir gün belki hayattan, geçmişteki günlerden, bir teselli ararsın, bak o zaman resmime..."
Lise bir de
Tarık Akan gibi tarardık saçlarımızı. Tombul yanaklarım hariç yakışıklı sanırdım kendimi. Bir kıza haber göndermiştim, sinemaya gidelim diye. "A o leylekle ben napicim?" cevabı gelmişti de mosmor vaziyet bendenizde.
Bir süre adım 'Leylek' kaldı onun yüzünden.
Tatillerde her gün Bahçelievler'den Bakırköy sahile yürürdük. Çam koruları, taş yollar, bin türlü hayâl. Cebimizde üç kuruş, dilimizde sibernetik! Bu 'Transhuman' çağının habercisi o kitabı konuşurduk.
Vefa Lisesi'nden bir arkadaşım vardı, Adolf Celal'di lâkabı. Gırgır bir çocuktu. Sportmen filan. Alt kattaki hatuna âşık olunca babası onu elinde sopa saatlerce dağ bayır kovaladı da sporculuğu orda işe yaradı...
Bakırköy çay bahçelerinde bir kıza fena tutulmuştum. Ermeni kızıydı. Siyah kuzgun saçlar, mehtap bir yüz. Gözler ceylan. Kız arkadaşlarıyla gelir, hiç etrafa bakmazdı. Kaç kere takip ettim de bir kere dönüp bakmadı.
Lise sondaki aşkım Emel adında bir şiirdi. Dal gibi vakur bir kızdı ipince. Bisikletiyle gidip gelirdi fikrimce. Sırf o yüzden bisiklet yarışçısı olmuştum harbiden. Evinin önünden bir aşağı bir yukarı geçerken...
Lise bitiş davetinde pistin ortasında benim dansa kalkmamı bekledi de kızcağız, kalkamadım bir türlü. Anam öğretmişti dans etmeyi, ama kalbim ağzımda, oturdum kaldım yerimde. Çakılmış çivi gibi ter içinde...
***
Akşamları hepsi işçi arkadaşlar, bir tek biz iki öğrenci koşuya çıkardık. Bakırköy Akıl Hastanesi'nin bahçesinde konaklardık. Çimenlere oturur sohbet ederdik. O zamanlar bahçeye çıkardı Napolyon'lar, Hitler'ler, çeşitli tatlı deliler. Zaten alışıktık onlara mahallece. Kaçarlar, mahalleden pijamayla geçerlerdi, gözleri bir şey arardı ufukta.
Bir keresinde top oynarken aramıza karışmıştı biri, kendi kalesine gol atıp sevinmişti de taş atıp kovalamıştık gariban herifi.
Mâniciler de gelirdi bizim oralara. Tek yaprak gazetelerini alırdık. Ders kitaplarındaki sıkıntı hariç halk şiirini oradan öğrendik. Onları okuyunca, ben şiir yazayım bari dedim de Behçet Necatigil ile Attilâ İlhan'ı görünce vazgeçtim. Devlerin arasında çürüyüp gidemezdim...
Failâtün failâtün failün. Bir Fuzuli'nin değerini bilemedik, o işte tam hüzün. Sınıfta bana okuturlardı bir de! Nağmeli okur alkışlanırdım da hikâye. Dilimde pas, zincirlerle. Anlamadan sevilmiyor hiçbir şey. "Felekler yandı ahımdan, Muradın şemi yanmaaaz mı?"
Yanmadı...
***
Güneşli vakitlerdi. Sahildeki çay bahçelerinde abiler Amerika'ya dümdüz giderlerdi! Bonus kafa Neco, hepimizin hayran olduğu saçı boncuklu ablayı sevgili yapardı. Sonra birlikte bir dönerci dükkânı açarlar, arasına soğan patates patlıcan serpiştirip et dönerde devrim yaparlar, ardından komün momün batarlardı...
Kilisenin karşısındaki Rum işkembecide damar-şirden. Bir tabak çorbaya iki somun ekmek birden...
Güzel günlerdi diyorum. Bizi biz yapan deliliklerdi.
Evet o da var, biraz 'Bakırköylüyüz' belki!
Ve işte arda kalan, bir avuç anı şimdi...