Hanger Hüsnü'ye 'hanger' lakabını Siyasi Şube takmıştı. Çünkü ne zaman yazılamaya, yani duvar yazısına, afişlemeye filan çıksak, polis bassa... Hüsnü garanti yakalanırdı!
O zamanların Ayıboğan lâkaplı, dev cüsseli ama zeki polisi, Hüsnü'nün kafasını koltuk altına alır, "ulan Hüsnü ne hanger adamsın be. Ne Marksist felsefe bilirsin ne bi'şey, yaşın da geçti. Bir olaydan da kaç kurtul, kurtulamazsın. Oğlum köylü, sen kendin devriksin be, git okulu bitir, kurtar kendini Hanger oğlu Hanger!" şeklinde konuşurdu...
Hanger Hüsnü, bilmiyorum sonra ne oldu. Geç üniversiteli, salaş, hantal ama serçe kalpli bir adamdı... Tarzan Fevzi dersen o da eski kuşaktan efsane biriydi. Zengin güzel kızları kendine âşık edip "Burjuvaları örgütlüyorum oğlum" diye gülerdi. O zamanki devrimciler gibi Amerikan kotları, montları giyerdi. Uzun boylu ve yakışıklı bir insandı...
***
Şehrin sokaklarında militarizme karşı 'asker' adımlarıyla yürüyüşler yapar, demokrasi lafının üstünden rap rap geçerdik. Yersen, özgürlük abidesiydik...
Üniversite yeni başlamıştı. Ben de öyle kalın kemerler falan sol eğilimler, sırtıma bir Deniz Gezmiş parkası çekmiştim. Zeytin gözlü bir kızla tanışmıştım. Ona emperyalizmdir, faşizmdir dümdüz üfürüyordum. Kız bana bayıltıcı gözleriyle bakmış bakmış, "Ya arkadaşım izne çıkmış Amerikan askeri gibi giyiniyorsunuz, bir de anti emperyalizm falan diyorsunuz" demişti de ayağımdaki 2. el 'İncirlik' botları bile utanmıştı...
***
Türkiye'den ayrılan ABD askerleri parkalarını, botlarını üslerinin etrafındaki eskicilere satar, sonra o mallar Kapalıçarşı'ya gelir, biz çulsuz çocuklar da onları alır temizler, boyar giyer, solcu modanın zirvelerine çıkardık.
Hatta bir keresinde lise müdürü omuz çantamdaki silik U.S damgasını görmüş, "Bununla okula giremezsin" demişti de ertesi gece lisenin bütün duvarlarına 'faşizme geçit yok' diye yazmıştım... Tabii ertesi gün enselendim. Çünkü ayakkabılarımın üstü kıpkırmızıydı...
Onu diyordum, Tarzan Fevzi havalı militan bir abimizdi. Arada beni de yanına alıp lüks semtlerde dolaşmayı severdi... Şiir, felsefe filan konuşurdum, dinlerdi. İnce fitilli dar paça bir İtalyan kadifesi için bir dükkâna girmiş, pazarlık yaparken Tarzan adamı bir kenara çekmiş, yüzde yetmiş beş indirim almıştı! "Ne yaptın, biz çapulcu muyuz?" diye ayıplamıştım da "Orasına karışma sen kardeş" diye zoraki sırıtmıştı. "Sen aslında bu işlere hiç karışma..."
Bir gece yarısı afişlemeye çıkılacaktı. Zâtım ütopyacıyı da üniversite yurdundan aldılar, bir gecekonduya gittik. Afişler, fırçalar, yapıştırmak için sudkostik... Birden masaya siyah bir çantadan takır tukur envaı çeşit tabanca boşaldı! Ben silaha karşıydım. Böyle olmaz, dedim. Silahla olmaz bu işler... Benim gibi düşünenler vardı fakat susmuşlardı! Bıçkın biri şöyle homurdandı: 'Bu korkak hanım evlatlarıyla mı yapacağız biz bu devrimi hocam..."
Orada bize atarlanan o 'sert çocuk' sağanak gibi yağan genç ölümlerinin ardından okulu bitirdi, mühendis oldu. İnşaat şirketleri varmış, öyle söylediler...
***
Sol diye yutturulan diktatörlük özentisiyle, aslında esasında sağcılığın dik âlâsıyla...
Yıllarca kendimle yüzleşe yüzleşe, 'Peki gerçek nerde, hakikat ne, ben kimim?' diyerekten şehirde meczup, sokaklarda dibine kadar terso dolanırken...
Bir deniz kıyısında aniden Tarzan Fevzi'ye rastladım! Saçlarına kır düşmüştü ama karizma yine yerindeydi. Yanında iki tane jet sosyete hatun vardı, bir arabanın kapısını açıyordu. Ona uzaktan el sallamıştım. Bana gözüyle 'Uzak dur!' işareti yaptı, şoför koltuğuna oturdu. Şoför mü olmuştu, dolandırıcı mıydı, yoksa yeni bir hayata yelken mi açmıştı? Kim bilir...
Tarzan'ın arabası caddede bir anda yok oldu. Kaldırdığı aldanmanın bulutu, havada toksik bir iz bırakarak dağıldı.
Ardında kafa gidik, belki de komik, ama evet acıklı hâtıralar bıraktı...