Mesnevi ile Faust arasındaki irtibat mühim.
Bazı konular büyük insanlık düşüncesini, Doğu ve Batıyı, dünyayı anlamak için birebir. Goethe'nin Mevlâna'dan aldığı şeyler, mesela onun ünlü kitabı Faust meselesi!
Fakat tabii biz henüz Celaleddin Rumi'ye olması gerektiği gibi değil turistik bir gösteri gözüyle baktığımızdan, güncelde olup biten bu fobik, kapitalist hırs tiyatrosunun ardındaki hakikati kaçırıyoruz...
***
"İçine işlemesini istersen Hakkın
Hisset neye hak dediğini Allah'ın.
Ancak saf bir aşkla yanıp tutuşan.
Bilinir Rabbü'lâlemîn tarafından."
Goethe-Divan
***
Mevlâna Celaleddin Rumi'nin şiiri, Müslümanları hürriyet ve basiret mihrakından koparıp bir sürü, bir kuru kalabalık olarak gütmek isteyen tahammülsüz, katı ve bağnaz insanlara ve onların ideolojilerine karşı çekilmiş bir bilinç kılıcıdır.
Ruhtan, iç aydınlıktan ve incelikten ziyade şekle, görüntüye, sathiliğe ve basitliğe itibar eden kıt idrakli insanlar yahut birtakım saplantılardan kendini kurtaramamış entelektüeller, Mevlânâ'nın şiirini anlamakta zorlanmışlar...
Öte yandan eskiden beri bir kısım ilahiyatçı, 'İslâm'da şiir yoktur, caiz değildir' gibi gerekçelerle Mevlânâ'nın iç dünyasından kopup gelen bir şelaleyi andıran şiirlerinden uzak durmaya ve halkı kandırmaya çalışmışlar.
Bereket versin ki bunlar Mevlâna'nın dindarlığı ve din yorumu karşısında kayda değer bir varlık gösteremediler...
***
Mevlâna'nın şiiri bereketli bir hikmet; insanın iç dünyasına kıvrılan mistik bir yoldur. Bu itibarla onun mistik şiiri, sadece bir iç aydınlığı yaratmakla kalmaz, bilakis aynı zamanda "Kur'an'ın yeni bir açılımını ve yorumunu da mümkün kılar. Daha açık bir ifadeyle onun şiiri yeni bir Kur'an tefsiridir.
Mevlâna Celaleddin Rûmî, şiirlerinde gizli olanı, ifade edilemeyeni, ruhun deruni şarkısını terennüm etmiştir. Tek kelimeyle Mevlânâ gaybın, o bilinmez âlemin pırıltılı dilidir.
Mevlânâ'nın dehâsı ve büyüklüğü şuradadır:
O, şiiri, müziği ve ve sema'ı vecd ile sentezlemesini bilmiştir. Burada önce şiirle, duygu dünyasını estetize etmiş, musikiyle ruhu kıvamına getirmiş, sema ile de ilâhî birliğe, Mutlak Vahdete uçurmuştur. Böylece makamı ve mevkii ne olursa olsun herkese, kendi varoluş ağırlığından kurtulup Mutlak Birliğe, vahdete yaklaşma ve hatta bu vahdet denizinde bir katre ve nihayet bir inci olmaya imkân verir. Sema vecdin, büyük coşkunun tezahürüdür. Sema'da ruh arınır, varlık cam bir küre gibi şeffaflaşır.
Müslüman edebiyatını çok iyi bilen Annemarie Schimmel'in kanaatine göre, Mevlânâ'nın etkisinin olmadığı Türk ve Fars şiirini düşünmek bile imkânsızdır. 15. yüzyılda yaşamış olan sufi düşünür Molla Câmi, Mevlâna'ya hayranlığını şöyle ifade eder:
'Ben o âlicenap insanı nasıl anlatayım Peygamber değildi, lâkin kitabı vardı..."
Molla Cami'nin burada 'kitap' ile kastettiği Mevlâna'nın Mesnevi'sidir. Zira tasavvuf ile alâkadar olan insanlar için Mesnevi, Kur'an'dan sonra en çok okunan kitaptır.
Cami'nin yukarıdaki sözüne uyarak Muhammed İkbal, Batılı Goethe'yi ve onun Doğulu rehberi Mevlâna Celaleddin Rûmî'yi Cennette buluşturmaktadır.
İşte İkbal, Goethe'nin Doğu Batı Divanı'na nazire olarak kaleme aldığı muhteşem eseri Peyam-ı Maşrık (Şarktan Haber) kitabında bu iki dehâyı, Mevlâna ve Goethe'yi bir araya getirir. Burada Goethe, Mevlâna'ya kendi kitabı Faust'tan 'Şeytan ile Hakîmin Sözleşmesi'ni okur. Bunun üzerine Mevlâna, gerçek dostunu tanır ve şöyle der:
"Aşk sırrından herkes haberdar olamaz.
Herkes bu dergâha giremez. Ancak iyi olarak yaratılan ve hilkatin esrarına mahrem olan insan anlayabilir ki:
Zekâ ve maharet şeytandan.
Aşk ise âdemden sâdır olur..."
***
Meraklısına: Mevlâna ve Goethe-Senail Özkan-Ötüken Neşriyat