Şimdi açık konuşalım:
Benim kuşağım, ihtimaldir ki birçok kuşak gençliğini adam akıllı yaşayamadı.
Koca imparatorluğun parçalanışının yas psikolojisi.
Genç cumhuriyeti sıkıştırdıkları ketenpere.
Darbeler, krizler şu bu...
Hepimizi makûs bir geçmişin boğucu 'darallıklarında' yaşattı. İçerde birbirine gıcık, haldır hop hamaset yapan ama dünyaya baş eğik çıkan bir tezgahın güdükleştirilmiş yalanlarında savrulup gittik...
***
Naçizen bildiğim bir şey varsa o da ülkenin bunalımlı hercümercinde geçip giden zamanlar hepimizde bir 'geç kalmışlık' duygusu yarattı.
Epey önce "Geç kalmış bir kuşağız bütün acelemiz bundan" diye yazmıştım. Kendi hayatıma baktığımda bunun delillerini görüyordum.
İdeallerin revaçtan düşmesi ve maddi hayatın paraya tapınan kulvarlarıyla karşılaştığımızda ötelediğimiz ne varsa yaşamak istedik.
Ölüm vardı ve yaşlanıyorduk!
Aman dedik, hızlandırılmış bir hayata geçmeli, açığımızı kapatmalıyız.
90'lı yılların ve 2000'lerin başında görünen zoraki dağıtmaları buna bağlıyorum.
Çoğumuz bu süreçten çok şey yaşamış görkemli hüsranlar olarak çıktık.
Zaten ergenliği aşamamış insanlardan sürdürülebilir hayatlar beklemek boşuna. "Ama ama ama" diyorduk birbirimize, "Bak içimizdeki çocuk ne güzel, değil mi ya!" Şunu düşünmedik, saçları kırlaşmış bir çocuk olarak kalmak pek acıklı bir tabloydu sonuçta...
Coşkuyu kaybetmemek için bir yetişkinin manevi tekamülü yetmemişti bize. Maymun iştahlı bir ergen gibi hazların ve hızların peşinde içimizdeki çocuğu koştura koştura hem biz hem o çocuk helâk oldu.
***
Uzun bir süredir, muhafazakâr modern fark etmez, Türkiye'nin zenginleşmesi ve sınıf ve zümrelerin daha konforlu konumlara kavuşmasıyla birlikte ertelenmiş hayatlar ve duygular ortalara serildi. Gizli gizli imrenilmiş yaşam biçimleri fora edildi. Çocuksuluk yeniden moda oldu.
Sanıyorum insan nedir sorusuna cevap bulamayışımızın bunda suçu var.
Çünkü zorlayıcı, emirle yönetilen militarist modernleşme ile ona direnen, korunma refleksiyle içine kapanmış pratik din algısı bizi manevi olarak yükseltemedi. Bilgece bir özgürlüğün peşinde tamamlanmış bir kimlik olarak inancın zirvelerinde kanatlarımızı şöyle bir açamadık...
***
Bilim çevreleri ergenlik süresini 40 yaşa çıkartınca hepimizde şafak atmıştı. Çünkü ben fakir mesela 70 küsur yaşındaki ergenleri teşhis etmiş ve bu halin yaşla başla ilgi alâkası olmadığını önceden tecrübelendirmiştim.
Şahsi maceramda ergenlikle yüzleşmem 30'lu yaşlara rastlar. Sivilcelerim çoktan geçmişti ama 40'a kadar ruhumdaki sivilceleri patlata patlata bitirememiştim. Sonradan anladım, metafizik bir pomat olmadan imkanı yok bu durumdan kurtulmanın. Yalnız bu konuda bir problem vardı! Söz konusu olgunlaştırıcı pomat eczanelerde bulunmuyordu. SSK listesinde filan aramaksa gereksiz bir çabaydı...
***
Bakın bir etrafa.
Hepimizde çocuksu alınganlıklar, küsmeler, kaprisler, abuk sabuk tripler, kifayetsiz hırslar.
Memleket âşıkları olarak hepimizi coşkulandıran müjdelere, enerji haberlerine bile yönelen kontrolsüz öfkeler, dudak büzmeler.
Çiğlikler, şımarıklıklar, boş kibirler...
Şunu demek istiyorum.
Kaliteli müzikten, beynimizi genişleten şiirden, edebiyattan, güzel yazıdan, hikmetten, felsefeden...
Sabah güneşinde şakıyan serçeden, çiçek açan sardunyadan, çoluk çocuğumuzun şirinliğinden, sevdiğimizin bakışından...
Olduğu kadar ortak milli heyecanlardan zevk almak için...
Neşenin bulutsuz gökyüzünde şükürle uçmak için...
Bu kadar uzatılmış bir ergenliğe, bir türlü büyütemediğimiz o derisi artık buruşmuş yavrucağa, o içimizdeki çocuğa bu denli tapınmaya, onu bu denli zorlamaya gerek yok.
Sakin, güçlü, olgun bir kimlik bilge medeniyetimizin aslı esasıdır. Ve elimizin altındadır.
Onu diyorum...