Kadın nesli bizim gözümüzde 'hanımefendilerdir'. İstanbul lisanı asıl Yeni Türkçedir. 'Bayan' lafı zannımca beyni yanlış bir modernleşmeyle sakıta uğramış bizlerin sürçü lisanı. Bir tek otobüse veya trene bilet alırken faydalı olabilir. Bir de mizah yazılarına: Bayan yanı!
Meselenin dibi şudur, kadına bakışımız bizim en büyük imtihanımızdır...
***
Işınlanıp 1854'e gidelim. Osmanlının zor yılları.
Süveyş Kanalı Projesi'nin arkasında Fransa, önünde engel olarak İngiltere. Akdeniz ve Hindistan'daki İngiliz hâkimiyetini zora sokacak, Osmanlının denizlerdeki gücünü artıracak bir kanal. Bu yüzden İngiltere, Sultan Abdülmecid Han'a baskı yapıyor. Sultan onayı yedi sene bekletip vefat ediyor.
Abdülmecid'den sonra tahta geçen Abdülaziz, baskı maskı dinlemiyor, 19 Mart 1866'da yayınladığı fermanla kanala izin veriyor. Ve hızlı bir giriş yapıyor: Süveyş için dış borçlara devlet garantisi veriyor ve de kanalın hisselerinden büyük miktarda satın alıyor.
Kanal projesinde bir de heykel projesi var. Süveyş Kanalı'nın Akdeniz'e açılan sahillerinde bulunan İskenderiye-Port Said şehri limanına dikilecek olan dev bir kadın heykeli!
Bu heykel hem Osmanlıyı hem Mısır'ı temsil edecek. Bu yüzden bol giysiler içindeki hatunun başında, yedi iklimin padişahı Osmanlı Sultanı'nı temsilen yedi kıta ve yedi denizi simgeleyen yedi sivri uçlu bir taç olacak. Elinde bir meşale tutacak.
Sultan Abdülaziz Han, heykelin yüzünün Batı'ya dönük olmasını istiyor. Zira elindeki ışığı doğudan batıya götürdüğünü, ışığın, medeniyetin, uygarlığın, doğudan yükselip batıyı aydınlattığını simgelemesini istiyor padişah...
Asya'nın Işığı olarak bilinen heykelin parası Sultan tarafından ödeniyor.
Fransa'nın meşhur heykeltıraşı Frederic Auguste Bartholdi heykeli yapıyor.
Fakat Mısır Valisi İsmail Paşa, bu heykelin Müslüman Mısır halkı arasında hoşnutsuzluğa sebebiyet vereceğini söyleyerek heykelin zinhar Mısır'a getirilmemesi talimatını veriyor.
Çünkü hem kadın hem heykel...
1869'da Süveyş, dört bir yandan gelen binlerce davetliyle görkemli ve heykelsiz açılıyor. Asya'nın Işığı Fransa'da bir depoda kaderini bekliyor.
Sonra?
Sonrası şöyle: Fransa Amerika'ya bir heykel hediye etmek istiyor.
Osmanlı için hazırlanan heykelin sadece baş kısmı değiştiriliyor.
Hürriyet Heykeli adıyla Amerika'ya gönderiliyor. ABD'nin sembolü oluyor.
Dünyaya özgürlük ışığı verdiği söyleniyor. Ve batıya "Özgür Dünya" deniyor.
Heykelin yüzü ise Abdülaziz'in isteğinin tam aksine artık doğuya doğru bakıyor. Yani ışığın asıl kaynağına, Asya medeniyetlerine. Doğu'ya ders verir bir şekilde!
***
Hikâye böyle. Ama burada bitmiyor.
Çağımızın şartlarında seküler dile göre 'ilerici' bize göre erdemli, feraset ehli, fâzıl, bilge padişah Abdülaziz bir saray darbesiyle alaşağı ediliyor. Üstüne oturan izbandut katiller kız çocuğunun gözü önünde sultanın iki bileğini de keserek "İntihar etti" diyorlar...
Amerika'nın özgürlük heykelinin bir doğu hükümdarının projesi olduğunaysa 'sollu sağlı' dogmatik tarihçiler aynı selefi tutuculukla karşı çıkıyorlar.
Neden? Nedeni belli. Bir taraf kadın ve heykel konusunda yobaz olduğundan, diğer taraf Osmanlıya ışık, medeniyet ve kadın simgesini yakıştıramadığından. Yani aynı garez kadehinden içip sarhoş olduklarından...
***
Peki eğer bu heykel Süveyş Kanalı'na dikilseydi, ne değişirdi?
Ne değişirdi onu bilmem. Ama bugün dünyanın imajlar ve simgelerle yönetildiğini biliyoruz. Asya'nın Işığı dünyaya Doğu Medeniyetinin meşalesini kaldırsaydı, hiç bilemeyeceğimiz şeyler olabilirdi.
İzniniz varsa ve ferahfeza bir zihin kurgusu yaparsam şunları söyleyebilirim:
Birincisi, kadınlar meselesinde haksızca küçümsenen Doğu, izzetini korurdu. İkincisi bu kadar erkekçi bir din yorumu revaçta olamazdı.
Üçüncüsü, etrafındaki dijital-soyut putları göremeyen avamî zihin, heykel sanatını put zannetmezdi.
Yetmez mi?..