Hayat daima muazzam fırtına. Bugün virüs, yarın başka bir şey ve hep büyük mücadele.
Birtakım insanlar işlerini güçlerini bırakmış muhtaç durumdaki insanların yanına koşturuyor: Kurban olduğumuz umut, Türkiye!
Ben ise evimde oturmuşum, yapılanları izliyorum. Haklı bir gurur parmak uçlarımda.
Kucağımda klavyem bir fikrin, bir kelimenin peşindeyim.
Bir ara bu köşede yazmıştım. Bir halk ayaklanmasının, bir dirilişin arka sıralarında oturmayı bilen, o silkinişe moraller, vitaminler, ikazlar ve şifalı sular taşımasını bilebilen aydınlardan bahsetmiştim.
Onlardan biri olmak için bir ateş var sözlerimde… Kimseye ders vermiyorum. Bütün derslere kendimi 'Adam' etmek için çalışıyorum.
Allah'ın takdiri, düşünme yazma melekeleri verilmiş garip bir insancık olmanın neşesiyle hem de.
'Benbilirim'ci hallerin içe nasıl acı verdiğini iyi bilirim. Karşısındakinden daha çok, insan kendini yaralar. Çünkü kibir, rezil bir korkunun kuzenidir!
Az bilen -bazen bunu da bilmedenfoyası ortaya çıkmasın diye korkar, şişer, kibirlenir...
İnsan âciz bir varlık oysa. Fakat cemiyetin iltifatına sarınıp aynasını değiştirir ve kendini dev gibi görür. Ama bilmez, bu bir sınavdır. Fena bir sınav. Geçmesi zor, aldatıcı soruları ve vizeleri olan meşakkatli bir imtihan. Çünkü zaman hızla akar ve mevzular değişir. Dünkü iktidar tartışmaları daha derin meselelere gelir dayanır. Öyle olur ki, kişi siyasi veya akademik ezberleriyle dımdızlak kalır!
Kişi bir gün kalkar, aynaya bakar ve ne görsün? Sıradan bir insanın dertleri, tasaları, hüzünleri, sevinçleri ve tekrarlanmaktan aşınmış klişeler...
***
Affınıza sığınarak söylemeliyim ki, şahsen böyle anlarda haddimi öğrendim!
Bildiklerime baktım, utandım. Dipsiz cehaletimi, kaz kafalı cahiliyemi fark edince, hakikatin, hikmetin ve bilgelerimin karşısında dizlerim kesildi, dizüstü çöktüm.
O Büyük İlmin karşısında burnumu kanatıncaya kadar toprağa sürttüm… 'Aydınlanmacı' aydın kibrinin sadist, alaycı, iğneleyici, mesafeli yüzünü sevmemiştim zaten. Rahatsız, huysuz bir hâldi. O ecnebi sureti, o ruh hâlini aldım, cenaze namazını kıldım. Mezarına papatyalar da ektim. Ne de olsa geçmişimdi.
Şaşkın ve iyi bir insandı aslında! Ama kendini bir şey sanmıştı...
Şimdi kol kola girmiş şahane bir memleketin insanüstü gayretine bakıyorum.
İçimde coşan dalgalara şükürle akan bir odadan bakıyorum. Sâde olan, mülayim olan, kendini eleştiren o melamet hırkasına. 'Özbenliği' kınama hırkasına.
Ve hâlâ ayaklarımın altında fıkırdayıp duran havalı böbürlenmelere, nefs-i emmâreye, egomun çıyanlar koşan karanlık dehlizlerine...
Rahman ve rahim.
Her sabah bismillah diyerek içimin dırdırcı keçi bacaklı cücelerini süpürüyorum.
Her akşam yeşil vadilere, güneşli vahalara açıyorum penceremi.
Ki, kendisiyle dalga geçmeyene adam denmez benim nezdimde…
***
Biz bu dünyaya, bölmeye değil birleştirmeye geldik bir de!
Küçük insan bölmeye çalışır, İNSAN zaten varoluşun BİR olduğunu bilir, ona göre yaşar...
Mesela bakın, inançsız insanlarda kutsal yerlerin yarattığı ürperti, varoluşçu bedbinliği bile sarsar. Öyle bir ürperir ki tüyler, o anda kadim soruyu sorar kendine insan: 'Ben kimim? Nerden geldim?
Yolum neresi? Aynalardaki soytarı ben miyim?' Nihilizmin derinliğinde yatan ıstıraptan bahsetmiyorum, insanın kendine duyduğu büyük inançsızlıktır söylemek istediğim. Çünkü o, kalbindeki kutsi sese kulak vermeyi es geçmiştir…
***
Vahşi bir afetle yüz yüzeyiz ama yaz yakın! Haberler o yönde. İnşallah çıkacağız bu salgından. Çıkacağız ama asıl mesele, nefsimizi çıkarabilecek miyiz üst katlara?
Şansımız var diyorum, bizim, benim, hepimizin. İyilik için, hayır için kendini paralayanlar oldukça.
Ve alnımızda hâlâ eşref-i mahlukat ihtimali yazdıkça...