'Meleke' sahibi olan çocuklar vardır. Eskilerin meleke dediği, günlük dilde 'kabiliyet' diye tabir edilir. KBL kökünden gelmekte. Kâbil, kabul eden, alan, uyan. Işığı alan, nerden aldığını bilen...
'Yetenek' pek kuru, ama kullanıyoruz.
Fakat bilinmekte ki, doğuştan istidatlı, yani nasipli kafalar, nedense depresyona, özellikle de varoluşsal depresyona daha meyilli kişiler oluyor. Bu tür depresyonlar genellikle çok yakın birini kaybedince veya ağır bir tehdit durumunda ortaya çıkıyor, ancak yüksek maharetlere, yeteneklere sahip kişiler bu depresyon türüne en başından yatkın oluyor.
Varoluşsal Depresyonu ünlü psikiyatr Irvin Yalom; dışlanmak, hayatın anlamsızlığı gibi tasalar nedeniyle ortaya çıkan bir melül-mahzunluk türü olarak tanımlamış. Dışlanmanın koyultulmuş bir yalnızlığı işaret ettiği ise açık!
Peki, bu varoluş kaygıları niçin doğuştan cevherli insanlarda fazla görülüyor?
Bunun bir nedeni; melekelerle donatılmış kişilerin sathi günlük meselelere odaklanmak yerine; fikirlerin, ilmin, gözlemledikleri olay, olgu ve davranışların muhakemesinin peşinden gitmesi.
Tefekkür etmek, derinlemesine düşünmek...
Somut hayattaki paradoksları fark etme ve çelişkileri görmek ile ilgili bir şey bu. Sadece bununla sınırlı değil. Doğuştan yetenekli çocuklar, etrafta gözlemledikleri şeylerin aslında nasıl daha farklı, daha iyi olabileceğine dair ihtimalleri düşündüklerinden dolayı soyut ideallere düşkün, dolayısıyla filozof ve giderek idealist bir kimliğe sahip oluyorlar.
Söz konusu meziyet onlara, dünyanın olması gerekenden nasıl uzaklaştığını, raydan çıktığını fark etme becerisi kazandırmakta. Öte yandan, doğuştan marifetli kişiler daha yoğun bir hissiyata sahip olduklarından ideallerine ulaşamadıklarında yaşadıkları hayal kırıklığı, hüsran da büyük oluyor.
Bu 'Erken öten horozlar' -adeta sosyal bir lanet gibi- toplumdaki tutarsızlıkları ve ahmaklıkları anında idrak ediyor.
Onlar için ortak kabuller, normallik denen şey ve gelenekler sorgulanmalıdır. "Neden insanların söyledikleriyle yaptıkları uyuşmuyor? Neden insanlar gerçekten kastetmedikleri şeyleri söylüyor? Niçin bu denli yalan?" soruları istidatlı fıtratların üstünde can alıcı kuşlar gibi uçup duruyor.
Böyle bir kişilik, temel endişelerini çevresindekilerle paylaştığındaysa genellikle menfi bir tepkiyle karşılaşıyor: 'Deli mi ne? Hasta bu!'
Arkadaşlarının, tanıdıkların, özellikle de yaşıtlarının kendisi gibi düşünmediğini, aslında bu sorunlarla hiç ilgilenmediklerini anlamak esaslı şok: "Deli miyim ben gerçekten?"
Bu kaygıyla toplumdışına atıldığı vehmiyle titriyor insan. Çünkü çevre, bu endişeleri taşımak yerine daha somut, popüler şeylerle ilgilenmektedir. Moda, artistler, sporcular, magazin, diziler hatta şiddet ve kaba cinsellik.
Bahsettiğimiz yaratılışlar, genellikle de en hünerli olanlar, kendilerini dışlanmış hissediyor ve toplumdan gittikçe uzaklaşıyorlar.
Derin düşünmeyle, bilgelik haliyle alay eden dış dünya üstüne yüklenmekte, onun kolunu kanadını kırmaktadır. Dünya ona şöyle bağırmaktadır: Sapkın mısın evladım sen?
İşin tuhafı bu sesi sadece onun duymasıdır. Herkesin keyfi yerindedir.
Kesif sıkıntı, yüksek beyin potansiyelleriyle birleşince -özellikli gençler- baskılar, dayatmalar karşısında öfkeli bir mizaç giyinirler. En basitinden kabiliyetlerini ortaya çıkarmaktan korkar, pısar, uyum sağlamak için olmadık kılıklara bürünmek zorunda kalırlar.
Kahır, o vakit bu 'budanmış' bireylere yaklaşır. Birey, yalnızlığın buzdan kılıçlarını kalbinde hisseder. Depresyon yüzsüz, gitmek bilmeyen bir misafirdir. Kâbus gibi başköşeye kurulur.