İnsanlık öldürücü grip salgınını, vebayı filan yendi ama sinir-âsap-hiddet virüsüne yenildi.
Dünya depresyon, kafa karışıklığı, hiperaktivite ve çoklu kişilik bozukluğundan yanıyor!
Diğer yönden öfke ve şiddet salgın halinde mikroorganizmalarını sokaklara saldı.
Savaştan, terörden, ülkeyi savunmaktan değil, gündelik hayattan söz ediyoruz...
Herkes karısını öldürüyor. Öldürmese yaralıyor, bıçaklıyor, dövüyor. Kadına şiddet ayyukta.
Ya da tam tersi!
Unuttuğu çantasını geri getiren otobüs şoförüne teşekkür etmek yerine saldıran kadın, ayırmak isteyenleri tekmeliyor. Neden? Nedeni belli, deliriyoruz.
Trafikte solladın sollamadın cinayetleri gırla. Mangal yakıp bağırıp çağıranlara müdahale eden zabıta memurunu bütün aile birlikte darp ediyor.
Hasım gördüğümüze kafa göz dalıyoruz.
Çelik yelek giymeden dışarı çıkmamalı. Çünkü tek harekette silahlar fora!
***
Soğuk savaşın kutuplaşması, yerini yabancı düşmanlığına bıraktı. Batıda İslamofobi makro düzeyde. Ama mesele sadece onla sınırlı değil. Bizde de her türlü 'yabancı' düşman.
Bazılarımızda mültecilere duyulan sinik garez, bize benzemeyen, yaşam tarzı tanıdık olmayanlara uzanıyor. Bu kadar mı? Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere.
Kafamıza uymayanı imha etmek için motiveyiz.
İmha, mutlak gaz odalarıyla olmuyor.
Hakaret, taciz, aşağılama da bu yolda mühimmat mertebesinde.
Oysa yabancı-ecnebi denen bile şu maddi çıkarlar çağında 'Turist' diyerekten kabul edilebilir olmuştur. Kimse turisti artık telef etmek istemiyor. Turizm gelirleri kalpleri yumuşattı...
Mevzumuza geri dönersek; itidâl bir hasret.
Bundandır, toplumun bağışıklık sistemi aşırı sinirlilikle savaşıyor. Virüse direniyor.
Mâkul alanlar istiyoruz. Tehdit kalkmalı. Fakat hayatımızın her sahasını kapsayan hafifmeşreplik ve boş vermişlik vücut direncimizi zayıflatıyor.
Onu vitaminsiz bırakıyor.
İçimiz kararak seyrettiğimiz gündelik hayattaki şiddet, öfke patlamaları, hadi kelimeyi yerine koyalım; 'Mikro Faşizm', sadece hasım gördüğümüzden değil, benzerlerimizden de beslenmekte. Tıpkı biz, aynadaki yansımamız gibi insanlarla yaşama isteği bizi hantallaştırıp damarlarımızı tıkıyor. Bağışıklığımız yağ bağlıyor, çalışamıyor. İnsanı insan yapan empati, diğerkâmlık, özeleştiri sönüyor. Durduk yere şişiyoruz. Bu ruhi obezite, beşeri bir kuvvet kaybı aynı zamanda.
"Küfür etmeyin, ayıptır beyler" diyen taksi şoförüne ateş ediyor iki genç. Adam ölüyor, gençler kol kola çekirdek çitlercesine sakin uzaklaşıyor.
Sokaklarda kanun yerine koyuyoruz kendimizi.
Linç kültürü dilimizde. Asıyoruz, kesiyoruz. Şiddet virüsü hâkimiyeti ele geçirdi geçirecek! Hızlı silah çeken mi hayatta kalacak?
***
Fazla abartmayalım tamam da, modern toplumun gereksinimleri ve geldiğimiz bilgeler medeniyetinin kavramları yara bere içinde. Bir taraftan merhamet, şefkat ve yardımlaşma hayatımızın her alanında gözlemlenirken, kör nefret cırlak sesiyle bir çekiç gibi vuruyor manevi değerlerimize.
Kontrolsüz öfke yükseliyor. Şiddet sevicilik bir namus borcu neredeyse. Kadını, erkeği yok bu işin. Hep aynı ağız: Ölsün, gebersin!
Sonra pompalı tüfekler...
Düğünde orkestra istedikleri parçayı çalmadı diye gelin tarafı, damat tarafıyla birbirine giriyor. Onlarca yaralı, birkaç ölü.
Zaten biraz önce havaya ateş ettiklerinde, iki masum yavru kuş gibi düşmüştü karşı pencereden önümüze.
Adliyelerin önü savaş alanı. Hastanelere hiç girmiyorum. Nobran doktorlar ve gladyatör hasta yakınları arasındaki muharebe sürmekte.
Yumruklar hemen sıkılıyor. "Öldün lan sen!" diye bağırıyor birileri.
Milli durumlar ön plana çıktığında örtülen ama hemen ardından kafa çıkartan içtimai bir faciadan bahsediyorum. Sosyal paylaşım sitelerine bakın, katliam halt etmiş yanında.
Kafamız böyle çalışıyor. Bunun cehaletle, okumuşlukla filan da alakası yok. Müfredat farkı yok bu konuda.
Toptan asabiyiz, bunu kabul etmeli.
Fakat artık mazeret değil, bir aşı bulmalıyız şu salgına...