Ortasından deniz geçen bir kent. Doğu'nun da Batı'nın da tam ortasında, kalbimizin başkenti. Bize benziyor! Ne kadar hoyrat olsak da kendini korumakta azimli.
İstanbul boğazına düşkündür. Hem Bosphorus'a, hem midesine! Mesela bu Manevi Başkent'in bir hediyesi de lâkerdadır bence. Osmanlı Kanunnameleri taa 1600'da bahsediyor lâkerdadan.
***
İstanbul bir insanlık geçidi aslında. Bir varoluş senfonisi... Kebaplar kadar yedi tepenin kültürünü yemeklerinden de okuruz, onu diyorum. İstanbullu olmak denizi koklamak, onunla arkadaş olmak biraz da.
Dünya kültürü bu komplekssiz şehrin kılcal damarlarında akıyor, akmış. Bu şehrin kaderinde Dünya Kültür Başkenti olmak varmış...
***
İstanbul bir erdem hareketi, bilgeler barınağı. Sümbül Efendi, Ebul Vefa, İsmail Maşuki, Aziz Mahmut Hudai ve yüzlercesi. Hepsi bizim.
Ve dahi en öncesi Fatih Mehmet Han ile İstanbul'a giren ve bizzat Fatih tarafından şehrin 'Manevi Fatihi' ilan edilen Ak Şemseddin!
Hepsi birer Sufi bilgedir.
İstanbul evliyalar kentidir. Eyüp Sultan'dan yükselen bir ilhamdır bu şehir. İstanbul, 1925'e dek 500'e yakın farklı düşünce, hal ve tefekkürde tekke barındırmıştır. Ve İstanbullular şehre belki ondan 'Açık Tekke' demişler.
İslam medeniyetinin tekâmül ettirici fikirleri böylece ekolleşmiş. İstanbul halkı zaman bulduğunda, hür tefekkürün merkezlerine gitmiş, zevk almış.
Dünyanın her yanından düşünürler bu nedenle şehre akın etmiş. Çünkü Osmanlı en evvelinde bir kültür imparatorluğu. Ondandır ki fikri cereyan kesildiği an inişe geçmiş...
Hürriyet ve kültürel muhtariyet o yüzden mühim. Serbestiyet bir İstanbul terimi. Bu efsanevi şehrin Dünya Kültür Başkenti olmak, evet, iman tahtasına yazılmış...
***
İstanbul, sultanların şehridir. Bir kadın uygarlığıdır aynı zamanda. Kadınları, 15 Temmuz'da konuşmuş, herkes duymuştur.
Elimizden çektiği zulmü hatırladığımız günlerde, Bilge Mimar Turgut Cansever'e de kulak vermeli. Mimar Sinan'ın torunları olduğumuzu unutmak, ciddi bir reddi miras mahkemesine neden olabilir.
"Halk Haktır!" hadis-i şerifinden hareket eden Osmanlı, halkın kendi mahallelerini inşa etmesini sağlayarak kültürü sivilleştirmiştir. Bugün bu klasik erdem, "Katılım-sürdürebilirlik-halkın yapabilir kılınması-adalet ve şeffaflık" adıyla Avrupa değerleri olarak konuşulmaktadır. Bireyi kendini gerçekleştirmesi için serbest bırakmak! Sonuçta "çoğulculuk" nesebimizde vardır.
İstanbul'un manevi fatihi Ak Şemseddin' in hocası Hacı Bayram-ı Veli şöyle yazmıştı:
"Çalab'ım bir şar yaratmış, iki cihan arasında / Bakıcak didar görünür, o şar'ın kenaresinde."
Hacı Bayram, şehir derken kalp demek istemiş. Yani, hikmetin cem olup toplandığı yer.
Bakınca yüzü görünür diyor, sevgilinin, aşkın. Yüzü görünür, bakınca o şehrin kenaresinden! İstanbul hattı zatında aşktır. Onu da söylemeli.
Medeniyetlerin kalbinden bahsediyoruz. Dünyayı sarsan bir ecdadın torunları orada yaşar. Bu noktada söz konusu olan sadece eski İstanbullular değil, İstanbullu olmayı bir gül gibi yakasında taşıyanlardır.
İstanbul erdemin, özgürlük ve sivil siyasetin de ana kucağıdır. Ülkeyi dönüştüren güç İstanbul'dan çıkmıştır. Kasımpaşa kıyıları şehrin hafızasına kazınır.
Bu cazibe merkezine ışığı izleyen kelebekler gibi Anadolu'nun ve dünyanın dört bucağından koşup gelenler burada bir çiçek bahçesi yaratırlar. İstanbullu olmak bir medh-ü senadır, bunu söylemeliyim. Sokaklarında pazar torbalarıyla kadın-erkek arifler dolanır.
***
Geçen gün şehrin küçümen bir adasından kalkıp şehre geçerken yolda, erguvanlara baktım. Dökülmeye başlamışlardı.
Akasya ağacının altı zambak renkli yapraklarla doluydu. Arap yaseminleri ve hanımellerinin kokusu elini omzuma koydu. Sonra vapur ve martılar.
Bir yerlerde bir şarkı çalıyordu, kız sen İstanbul'un neresindensin, diyerekten.
Martıyı hatırladım, vapurda simit attığım.
"Abi" demişti martı, "N'olur söyle, başka İstanbul yok de, Allah'ını seversen!" Kuş doğru söylüyordu. Mecazi aşkımızdı bu şehir. Şakaya gelmezdi.
"Başka İstanbul yok be kardeşim" dedim. Kendi kendime dedim.
Martıya söz vermiştim...