Kemalist Babalar, hayatımızı din dersini 'seçmemek' üzerine kurmuştu...
Aksaray, Küçük Langa'da doğdum. İlkokul dörde kadar o mahur İstanbul'da geçti hayatım. Babam, annem çalışıp Bahçelievler diye bir yerde ev inşa ediyorlar, müştemilatta kalıyorlardı. Bana anneannem (Ananem!) baktı. Osmanlı kadındı. Balkan Müslümanıydı.
İlk terbiyeyi, ilk usturubu, ilk camiyi, ilk duayı onunla öğrendim. Şeyhim odur!
Mahallenin en güzel kızı Sıdıka Abla'ydı. Ona da vurgundum. Bir keresinde bir kandil günü bize Kur'an okumaya gelmişti de neredeyse heyecandan felç geçirecektim. Konuşamadım dilim tutuldu. Acınacak duruma düştüm.
Necla Abla vardı bir de Zeki Bey'in eşi. Ananemin müridi sayılırdı. Ona da tutulmuştum.
Helikopter tutup onu kaçıracaktım. Ananem sırrımı faş edince mahallenin kadınları anlattırıp güldü bana. Ben de her defasında öyküyü daha bir dallandırıp budaklandırdım. En son helikopterden vazgeçip eve el koyacağımı ve onu balkonda yatıracağımı duyunca Zeki Bey eve girmemi yasakladı da o hayalden vazgeçtim.
Mahcup bir çocuktum.
Bir gün güneşli bir öğleden sonraydı hatırlıyorum. Daha ilkokul falan yoktu sanırım. Ananemin tığla ördüğü namaz takkesi başımda, yere çökmüş düğmelerle oynarken babam içeri daldı. Kuleli askeri lisesi birincisiydi, ordudan ayrılmıştı.
Bir bağırış, çağırış koptu. Babam beni alıyordu. Can bağımdan koparıyordu. Meğerse kafamdaki takkeyi görmüş. "Sen benim oğlumu irticacı mı yapacaksın" diye velveleyi koparmış.
Anam filan ananem, zor bela ikna ettiler de cennette kaldım.
İlk Allah dedirten, merhameti öğreten, Fatiha'yı çarçabuk ezberleyince ızgara köfte ve sarmısaklı, domates soslu Kırlı Kızartması ile beni zevklere boğan bir kadındı. "Anane sen bana her gün bunları yap, ben bütün kitabı ezberlerim" demiştim de olmamıştı.
Bilinmez neden dilim peltekti. Daha ilkokula yeni başlamıştım. Bir abinin yanına götürmüşlerdi beni. Üniversitede dil mi okuyordu, neydi? Adam beni dinlemiş; "Ya sen boşa uğraşma İngilizce öğren, sana Türkçe fazla" demişti de ben hüngür hüngür ağlayarak ezberden hiç takılmadan "Allahüme salli âlâ"yı söylemiştim de dilimin altına çakıl taşı koymuştu! Bağıra bağıra konuşturmuştu da kitap okuma hastası etmişti beni. Ananeme birkaç yıl cırlak sesimden fenalıklar gelmişti...
Sonra ananem yaşlandı, zaten yaşlıydı. Bahçelievler'deki ev de bitmişti. Bir bahar günü anam geldi beni aldı salya sümük yeni eve taşıdı.
Bizim dışımızda hemen herkes Anadolu'dan göç etmişti. Babam, Atatürk kaşlarıyla yaz akşamları atletini, pijamasını giyer, bahçedeki asmanın altına masasını kurar, demlenirdi. Radyoda aranjmanlar, hafif batı müzikleri, mangalda közde patlıcan.
Zar zor alaka kurduğumuz çocuklar Kur'an kursuna giderdi. Bizim gitmemiz yasaktı. Yalvarıp yakarmamız boşunaydı. O ıssız öğle saatleri biz iki kardeş zorunlu öğle uykusuna yatırılırdık. Babam uyuyor muyuz, uyumuyor muyuz diye piyade tarzı yerde sürünerek gelir, birden cibinlikte ateşten gözlerini bize dikerdi! Uyuyormuş numarası yapardım ama asla yemezdi.
Ortaokul'da da devam etti bu zorunluluk. Bu kez seçmeli din dersi kat'a seçilmeyecekti! Din derslerinden özürlü olmuş, tam bir boyalı kuş halinde tek başıma bahçede dikilip kalmıştım.
Bir keresinde ilkokul 4'te tel bacaklı bir Çekirge iken, asabı bozuk babamın gözüne girmek için sınıfta çıkıp "Hz Muhammed peygamber değil filozof" demiş, annem okula çağrılmıştı da, babam beni karşısına almış, "Hayır evladım yanlış anlamışsın, peygamberdir" demişti de riya kaşlarından akmıştı...
Neyse ki o Anane'ler, o anneannelerin ana kartımıza kanaviçe gibi işledikleri güzellikler vardı, uğursuzluğun kenarından o sayede yırtıldı...
JALE'NİN ŞARKICI HALİ
Sizi bilmem, ben bıktım bu şarkıcıların boyunlarında nefs tasması, haz obezi dolanıp ona buna "nefsinizi terbiye edin!" filan diye şirret çıkışlarından.
Beyazlar seviyor nefs terbiyesinden söz etmeyi. Son dönem muhabbetleri bu: Biraz Coelho, biraz Osho...
Çünkü onlar kendi nefslerine zaten "nefis" diyorlar! Başkalarınınkine "ilkel nüfuz!"
Onlardaki nefs tadından yenmez! Zatıâlilerinin meselesi ilkel nüfusun, yani halkın istek ve arzuları. Nefs dedikleri o! Terbiye etmek istedikleri nefs kendilerinki değil, "aşağı tabakanın" nefsi...
Kendi nefsleri bir aliyyül âlâ, ne var ki yani bunda?
Dilimin altında hep o çakıl taşı şöyle diyesim var fakat benim, saklayamam:
Kendi nefsini terbiye edememişsin. Hedonizmin dibine vurmuşsun. Hayatın zevki sefa havuzlarında geçmiş. Bin yaşına gelmişsin, çıtır- fettan pozları atıyorsun, dokunaklı oluyorsun. Sonra kalkıp başkalarına nefs terbiyesi vermeye kalkışıyorsun.
Kendinden başla, kendinden...
(Bu arada sevgili Çekirge, Kurban Bayramı hepimiz için mübarek, şişmiş egomuza direkt müdahale ve nefs terbiyemizde -inşallah- nefes açıcı olsun...)