Öyle bir kızdı ki, bakan bir daha bakardı. Kadife gibi bir sesi vardı. Duygusal zamanlardı. Batsın bu dünya şarkısı söylenmiş, sokaklar şenlenmişti...
Koyu kestane saçları kızıl ışıklar saçarak akardı beline. Zarif, can yakıcı bir filiz gibi amma kuvvetli! Dolanırdı şehrin tehlikeli sokaklarında süet botlarıyla. Bir keresinde, o yılların nadide sporu afiş asma sırasında polis baskını olunca, yanındaki sivilceli oğlanın koluna girmişti de kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu çocuğun. Sonra gidip arkadaşlık teklif etmişti oğlan. Kız, "Kusura bakma ben hazır değilim bu işlere" demişti de, oğlanın "Ama aramızdaki çelişkiler halk arasındaki çelişkiler, eleştiri özeleştiriyle çözülür" diye saçmalamasına "Hadi len" çekmişti de, ortamlarda darbımesel olmuştu. Çok gülünmüştü...
O afişten yakalama çıktı hakkında. 12 Eylül vakitleriydi! 2 milyon kişi fişlenmişti, insanlar kaybolmuştu. Pencereden atladı, kalp krizi geçirdi diye yüzlerce genç öldürülmüştü. Darağaçları sıra sıra dizilmişti. Genç kızlara, eşlerinin, nişanlılarının önünde tecavüz edilmişti. Big Brother'ın büstleri önünde bayılana kadar yürütülmüştü çocuklar. Yere düşenler dipçiklenmiş, Big'in marşlarını ezberlemeyenler çukurlara gömülmüş, köpeklere taciz ettirilmişti.
ANKARA EKSPRESİ'NDEKİ GÜNLER
İnsanlığın kaybettirildiği yıllardı.
Astığı afiş İbrahim Kaypakkaya'nın afişiydi! En tehlikeli afişti o yıllarda. Çünkü Kaypakkaya, "Kemalizm faşizmdir" demiş ve ilk yok edilenlerden olmuştu...
O da kaçtı. Ege'de bir şehirde akrabalarının bulduğu bir evde saklandı. Yaşadıklarıyla dalga geçmeyi hiç bırakmadı fakat.
Aramalardan kurtulup İstanbul'a gelmek için Mudanya feribotunu kullanıyordu. Bir keresinde yanına bir kadın düşmüş, onunla arkadaş olmuştu. Feribot açıkta bozulup kalmıştı. İstanbul'a yanaşacağı an sokağa çıkma yasağı başlıyordu. Arkadaşı, "Abim beni karşılayacak biz seni kalacağın yere bırakırız" demişti. Limanda bir baktı ki, bir askeri cemse ve genç bir albay! Meğer abi askermiş. Bütün kontrol noktalarından gayet sakin geçtiler. Albay bu arada, Küçükçekmece Atom Merkezinde çalıştığını, günün her saatinde gelip çalışmaya alışmış bilim adamlarını nasıl "asker" ettiğini anlatıyordu: "9'da içtima, 6'da gideceksiniz, rahat!"
Bir ara arkadaşları, evler basılıp durduğu için geceleri Ankara Ekspresine biniyorlar, orada uyuyorlar, sabah geri geliyorlardı. "Böyle tanınacaksınız, bari biraz tren değiştirin" demişti onlara. Değiştirir değiştirmez de yakalanmışlardı! Çok kızmıştı kendine...
Bazıları da Mersin'den tekneyle Suriye'ye kaçmak istemişler, çıktıkları plaj Muhaberat'ın plajı olmuştu! Suriye istihbaratının şortlu elemanlarının kucağına düşmüşlerdi.
Bir eleman daha fenaydı! Çeşme yakınlarından denize açılmış sekiz saat yüzmüştü. Sonunda ıssız bir adaya çıkabilmişti gariban. Bir sekiz saat daha yüzmek zorunda kalmıştı...
EYLÜLERİN ACISINI BİRLİKTE ÇIKARALIM
Sonunda yiğit insanlar yok edilmiş, bütün bir kuşak telefata tabi tutulmuştu.
O şimdi olgun bir kadın! Netameli bir hastalığı yenmenin savaşında Avrupalardaydı. Kafası karışıktı: "Bizim uğruna ömür tükettiğimiz bir sürü şeyi başkaları yaptı diye...
Öte yandan bu ülke, sivilceleri çoktan geçmiş bir ülkeydi artık. Kalbi kırıkların koluna girebilecek bir ağırlığı vardı. Bir sevgili gibi mecazen, o kızın yeniden koluna girse diyordum, böyle bir niyeti olsa.
Hayatın kaçırılmış Eylüllerinin acısını Çekirge -hâlâ vakit varkenhep birlikte yaşayarak çıkartsak diyordum...