Genizden gelen bir blues: Sonbahar...
Eylül yürüyor. Ekim, şehre müjdeyle girecek bir şeb-i arus kadar kapıda. Bunun ardı "ölümdür", kıştır, kapanmadır.
Ama işte şaşırtıcı bir şey sonbaharı seviyor insan! Hele ki bu şehirde...
Nasılsa kış geçecek! Bunu biliyor, buna inanıyor. İnancı var. Tabiatın rahleyi tedrisatından geçmiş. Göğe ve yere asılan işaretleri okumuş. Ölüp ölüp dirilmelere aşina...
Sonbahar öyle hüzünbaz bir ibret. Hicranlı bir tebessüm. Bir son fasıl. Durmadan dönen çemberin üstünde bir nokta. Son nerede, başlangıç hani? Boş işler...
İstanbul'un aşk mevsimi açıldı, burası mühim. Safran sarısının cümbüşü, nar gibi kızaran yapraklar, içimizde bir heyhey, denizin dalgasında bir akasya beyazı...
Aşk dediğin nedir ki? Bir isyan! Tatlı bir arıza. Statükoyu, alışkanlıkları, karşılıklı vaziyet alışları bozar, düzeni dağıtır ve yeniden kurar.
İnsan yorulur, üşür ama önce "yeniyi" görür, ona doğru koşar, sarhoş olur...
Burnu akar kişinin duygusallıktan. Durup dururken ağlar, gözü yaşlı bir mevsimdir bu.
İç tabiat, dış tabiatın fanilasını giyer, tohum bir başka bahar için kalbe yerleşir...
Biz de gömleğin içine tişörtleri giydik, çantamıza münasip bir şeyler aldık: "Ne olur ne olmaz, nezle mezle, aman!"
Eylül-Ekim ruhta devrim zamanı. "Dün, dün ile birlikte gitti cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım" diyen bilgenin kapısını çalmalı. "Usta" diye sormalı, "peki hazır mıyız biz, yeni şeyler söylemeye?"
Kilitli, paslı, açılmaz denen kapı açıldı, yeni bir dünyaya girdik. Fakat bu dünyada ışık fazlaydı, kamaştık, sıkıştık, kafamız karıştı.
Sorularımız gani, yanıtlar boş tencere kapakları. Dünyanın efendilerinin asabını bozduk. Her gün başka bir safsata peşimizde. Şehrin ruhuna, şehri koruyan "ermişlere" şükretmeli. Bilinmez âlemlerin sırlı yolcuları zihnimizi açsın diye de dua...
Zaten yapacak da fazla bir şey yok! "Yeni" baştan bilinen bir şey değil. Yeniden kurulan bir şey. Tıpkı "Yeni Türkiye" gibi. Biz iyisi mi bu mevsimde kendimizi özgür sokaklara, düşünmelere vurmalı, yanımıza bir hırka almalıyız.
Geçen zor mevsimin etimizi yakmış sorularına bu Hazan belki cevap verir diye, kulakları dört açmalı. Gözlerin çapaklarını limonlu suyla silmeli, uyunacaksa uykuları imkân nispetinde tavşan uykusunda uyumalı.
Onu diyorum...
İllâ ki kalp kırıklıklarını, koltukaltları kokmuş öfkeyi ve yazın bunaltıcı sıcaklarından kurt yapmış öteberiyi mutfaktan temizlemeli.
Şortları, ince gömlekleri filan paketlemeli. Yeni bir örgütlenmeye gitmeli, kazakları kısa programda yıkamalı. C vitaminine cee demeli, zencefili tazelemeli. Küçük, etkisiz bir korsan gösteri olaraktan grip aşısı filan olmalı.
Sayfası kıvrılmış kitapları açıp öne koymalı, bıraktığımız yerden devam etmeli. "Tekâmül etmeyen tekaüt olur" lafına çalışmalı ve dönüşüp duran hayattan kopmamak için bu lafı bileğimize yazmalıyız...
"Çok sıcak, denize girelim hacı, sonra konuşuruz" gibi küçük burjuva alışkanlıklarının mevsimi geçti.
Şimdi ayaklanma zamanı, şimdi söylediklerimize sahip çıkma zamanı. Sonbahar geldi...
Şiirlerin, hüzünbaz neşelerin vakti geldi. Camilerin söylediğini Cem evlerinin semahında hissetmenin, o histen herkese dokunan bir heyecan çıkarmanın, saçak altlarında elde çay, diz dize oturmanın, saz ile gitar ile ud ile kanun ile kabaran gönlün coşkusunu bir pardösüye iliştirmenin zamanıdır.
Dağlardan inen akarsuyun, vadilerde uysallaşan fırtınanın, bir Suriyeli garibanın elinden tutmanın verdiği huşu ile gidip asıl şehre, İstanbul'a bakmanın... Emeğin, alın terinin, eve rızk götürmenin saadetiyle yanmanın ve fakat aylaklık yapmayı unutmamanın iklimindeyiz.
Varsa çocuklarımızdan "bak buna Ayasofya derler" diye makas almanın, yoksa bu koca şehri, sümüklü afacanlarıyla top yekûn alıp bağrımıza basmanın saatindeyiz.
Sonbaharı; Çamlıca'da ıslak bir ağaç altı, Beykoz'da tefekkürde bir iskele, Bahçelievler'de bir satranç turnuvası ve Khalkedon da savruk kızın söylediği bir Kürtçe ilahi olarak hayal etmeli. Feriköy'de yaşı geçkin Rum hanımefendinin yere düşen cüzdanını koşup ardından yetiştirmeli, Ortaköy'de tuttuğu balığın yarısını mahalleyle paylaşan iştiraki balıkçının hatırası önünde saygı ile eğilmeliyiz. Böyle şeyler düşlemeliyiz...
Sokaklarda hep bir yağmur kokusu! Fundalar, Kasımpatıları, ilahi bir düş.
İnsan, hayal ettiği kadar insan...