Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Baylan tesadüfen Baylan olmadı

Ben pastaneler, kafeler dünyasına gözümü Kadıköy Baylan’la açtım. Evden kaçıp, oraya gidip akşamüstleri oturup kitaplarımı okudum. Baylan Türk edebiyatına ise Attila İlhan’la girdi. Ama insanlar onu Salah Birsel’in güzel kitapları, Kahveler Kitabı ve Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu ile tanımıştır

13 Haziran 2016

Geçen hafta ne kötü bir haber aldım. Baylan'ın kurucusu Harry Lenas vefat etmiş. Nur içinde yatsın. Daha önce Bebek Baylan açıldığında, bu nefis pastaneyle ilişkimi yazmıştım. Onu yayınladıktan sonra hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir zarafet görmüş, Baylan'dan koskoca bir paket makaron hediye almıştım. Gazetedeki arkadaşlara dağıtmış ve Baylan'ın tesadüfen Baylan olmadığını bir kere daha anlamıştım. Dün de Harry Bey'in vefatını duyunca hemen Baylan Bebek'e gidip bir Kup Griye yemek istedik ama açık mıdır kapalı mıdır bilemeyip, gidemedik. Onun yerine bugün okulda Baylan kutusundan bir çikolata aldım, o sırada odama gelen Akın'a da verdim bir tane, yuvarlak trüfleri birbirine tokuşturup, Harry Bey'in şerefine, anısına yedik. Ben pastaneler, kafeler dünyasına gözümü Kadıköy Baylan'la açtım. Evden kaçıp, oraya gidip akşamüstleri oturup kitaplarımı okudum. Sonra dayımın Karaköy'de Bankalar Han'daki yazıhanesinin karşısında Nordstern Han'ın altındaki Baylan, kapandığı güne kadar 'ayaküstü' durağımdı. Sandviçler ayakta yenir, tutmak için kullanılan kağıtlar yere atılırdı. Yerde duran kağıtları oradan başka bir de Madrid'deki tapas barlarda gördüm. Baylan'dan sonra, o gün bugündür aklım fikrim kafelerde ve pastanelerdedir.

İLHAN VE BAYLAN
Baylan Türk edebiyatına Attila İlhan'la girdi. Ama insanlar onu Salah Birsel'in güzel kitapları, Kahveler Kitabı ve Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu ile tanımıştır. Daha önce yazmıştım. Bir daha yazayım. Bir gün İlhan'ı o sıralar oturduğu Divan Pastanesi'ne ziyarete gittim. Erken kalkmış çıkıyordu. Suskun ve dalgındı. Beyoğlu'na doğru yürümeye başladık. İstiklal Caddesi'nden geçtik, Balık Pazarı'ndan geçtik, döndük. İstiklal'i adımlarken bana bir binanın altını gösterip, "İşte" dedi, "Baylan burasıydı". Hazzopulos (Hacıpulos) Pasajı'nı gösterip oralarda film çektiklerini söyledi. Anlaşılan öyle bir tur yapmak istemişti. Neyse gene Baylan'a döneyim. O yazımda anlatmıştım, yıllarca oranın kup'uyla, başka bir yerde bulunmayan espresso'suyla ve hâlâ adını bilmediğim, artık üretilmeyen o cevizli, portakal kabuğu rendelenmiş, küçük, yuvarlak bisküvisiyle yaşadım. Hatta dayım her Ankara'ya geldiğinde o bisküviden kutu kutu getirdiğinden bütün aile Baylanlıydı diyebilirim.

MÜKEMMEL DEMEK
Bebek'tekinden arada bir alışveriş yapıyorum. Fakat hiç oturmadım. Hatta milföyünün müthiş olduğunu söylüyorlar, tatmadım. Gene de bu haberi duyunca neden gidip, Kadıköy Baylan'da yıllarca gördüğüm Harry Lenas Bey'i, hayattayken, bulup uzun uzun sohbet etmedim diye üzüldüm. Bu arada belirteyim, Baylan'ın Çağatayca'da 'mükemmel' demek olduğunu yazmıştım. Geçen yıl Attila İlhan'ın romanlarını yeniden okurken, O Karanlıkta Biz'de, birkaç yerde 'baylan kediler' dediğini gördüm, aygın baygın, muhteşem bir şekilde yatan anlamına kullanmış. Anlaşılan sözcüğün gerçek anlamını bilmiyormuş, ama bu hali de çok yakışmıştı. Nereden nereye... Zaman ihmale gelmiyor. Umarım Baylan ben hayatta oldukça yaşar.

BEYAZ TÜRKLER İLK SERİ KATİLLERİNİ BULDU

14 Haziran 2016
Türkiye seri katille çalkalanıyor. Bense, ilgimi yoğunlaştıramadım bu konuya. Halbuki, hiç yabana atılmayacak bir 'vak'a' var karşımızda. Galatasaray Lisesi mezunu, Fransa'da üniversite okumuş birisinden söz ediyoruz. İnsanları çarpan da bu oldu. İpek'in tabiriyle "Beyaz Türkler ilk seri katillerini de buldular". Doğru! Anlaşılan, eğitim ve cinayet yan yana gelince insanlar darmadağın oluyor. Halbuki, edebiyat... Neden ilgimi çekmedi diye düşündüm, bugün. Besbelli işlediği cinayetlerde herhangi bir 'pırıltı' yok. Düpedüz, kaba saba öldürmeler bunlar. Halbuki, böyle 'beyaz' bir katil ortaya çıktı mı, aklım hemen Patricia Highsmith'e, onun Ripley tiplemesine kayıyor. O bile o kadar 'entellektüel' değildir. Asıl Deep Water romanındaki Vic tipidir benim için ilginç olan. Amerikan taşrasında geçen bu nefis romanda Vic, Highsmith'in büyük saplantısı olan sümüklüböceklerin çiftleşmesini izleyen, kendisini bitlere sokturan, kendi çapında entellektüel birisidir. Karısının ilişki içinde olduğu insanları öldürür. Asıl mesele o değildir de, öldürmesinin gerekçesidir. Vic, romanın sonunda tutuklandığında, neden tutuklandığını, neden başkalarının değil de kendisinin cezaya çarptırılacağını düşünür, esef eder. Çünkü, kendisinde diğer insanlardan daha fazla her şeye, hatta öldürmeye bile, hak bulur. Kendi cinayetini ortaya çıkarması başkalarının, onu üzer, çünkü, onlarla eşitlenmiştir. Seri katil ortaya çıkınca, eğitimli olduğu söylenince Vic'i, bu romanı düşündüm. Can Yayınları, Highsmith'in Ripley'lerini çeviriyor veya yeniden yayımlıyor. Ama diğer romanları çevrildi mi, bilmiyorum.

BİR KÜLTÜR HAZİNESİ

26 Mayıs 2016
Evde çalışıyordum. Telefon çaldı. Açtım, bir bey. Kendisini tanıttı. Pangaltı Ermeni Lisesi'nde görevliymiş, Berç Bey. Niçin aradığını anlattı, müthiş heyecanlandım. Meğer okullarında yıllar yılı görev yapan şimdi galiba 90 yaşın üstünde olan Yetvart Kovan Bey bir kitap hazırlamış, bir sözlük. Hem kendilerine bir saygı gecesi düzenlemek hem de bu kitabı tanıtmak için bir gece düzenlemişler. Benim de oraya gidip konuşma yapmamı istemişler. Canla başla yaparım. Ne var ki, yurt dışında olacağımı söyledim o gün.

GÖZLERİME İNANMADIM

Gerçekten çok isterdim orada olmayı. İstanbul'un gayrimüslümlerine merakımı bilen bilir. Onlarsız bir İstanbul düşünemiyorum. Aklın almayacağı bir şey. Bir kültür onlarla birlikte eriyor. Neyse... Berç Bey'e, "Gelemeyeceğim ama kitabı isterim" dedim. O da göndermiş. Kitabı elime alınca gözlerime inanamadım. Kitabın tam adı Deyimlerle Türkçeden Ermeniceye Güncel Sözlük. Birkaç özelliği var. Birincisi adı üstünde bir deyimler sözlüğü. Deyim çevirmenin ne denli zor olduğunu bilenler bilir. Derleyici Yetvart Bey işin o yanını halletmiş olsa gerek, çünkü onu gözden geçirecek halim yok, Ermenice ne yazık ki bilmiyorum. Ama şunu görebiliyorum. O çeviriler kitapta doğal olarak önce Ermenice yer alıyor. Ermeni alfabesine göre. Fakat beni asıl heyecanlandıran kısmı, o Ermenice harflerle yazılan deyimin 'Latinizasyonu' da yapılmış, yani Ermenice deyimin Ermenice okunuşu bu defa Latin harfleriyle veriyor. Bunu bir hazine olarak görüyorum. Bin türlü yararı var, olacak bu girişimin. Kitap elime geçince o gün bir kaç saat önce görüştüğüm Raffi'yi (Portakal) aradım. Yetvart Bey'i, Berç Bey'i tanıyıp tanımadığını sordum. Sonra kitap üstünde konuştuk. Bazı sözcükleri yazıldıkları gibi okuyarak telaffuz etmeye çalıştım, 'bayrak'tı o sözcük, güldü. Tabii, kitabın önemini kavramaması olanaksız. Raffi'yle şakalaştık. Gündüz de torununu görmüştüm. Maya'nın kızı. Bir kaç aylık. Korkutucu biçimde ağlıyordu, yer gök yıkılıyor sandım. O kadar küçük bir bedenden nasıl böyle bir ses çıkabilirdi? Meğer acıkmış. Telefonda konuşurken bir şey öğrendim. Meğer benim taşınacağım binada babası son yıllarını geçirmiş. Nereden nereye... Bunlar bir yana Türk Ermeni Azınlık Okulları Öğretmenleri Yardımlaşma Vakfı'nın yayınladığı bu kitap bir mucize.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA