13 Mayıs 2016
Brecht'in benim için ne kadar önemli olduğunu çok yazdım. 20. yüzyılın yetiştirdiği ilginç bir kişilikti. Bir tesadüf değildi. Almanya'da 1898'de doğmuştu. Bu Almanya garip ülkedir. 20. yüzyılın ilk dönemi onlarındır, 1945'te yenilene kadar. Ondan sonrası da ayrı hikayedir ama hiç değilse bu dönemde iki dünya savaşı bir de Weimar Cumhuriyeti yaşamışlardır ve olmadık işler yapmışlardır. O felsefe, müzik ve hatta resim birikiminin sonuçlarından biri Brecht'tir.
Brecht üstünde çok düşündüm. Bazı kader karşılaşmaları vardır. Bana hep garip gelmiştir. Bir gün Marks okuyor. Kapital'i okurken bulduğu Marks'ı oyunlarının tek izleyicisi olarak değerlendiriyor. "Oyunlarımı onu okuyunca anladım" diyor. Ondan sonra Marksist estetiğin, tiyatronun, hatta düşüncenin, en önemli adlarından biri olacak, tiyatrodan hareketle hayatı, maddeyi, nesneyi ve bireyi algılamamıza büyük boyutlar kazandıracak Brecht o güne kadar tek satır bilmediği Marks'a böyle varıyor, onca oyun yazdıktan sonra. Garip, ilginç, şaşırtıcı değil de nedir bu?
Sonrası büyük macera. Berliner Ensemble'nin kuruluşu. Ortaklaşa yazılan oyunlar. Üretilen tiyatro kuramları. Sahnelemeler. Kabare tiyatrosunun epik tiyatroyla el ele gelişimi. Aristo tiyatrosuna karşı çıkışlar.
Geçerken belirteyim. Tabii ki, birçok oyununu çok sevdim. Ama gene dikkatimi çeken bir başka özelliği var. "Herkes yaratıcı olabilir ama asıl mesele yazılmış oyunları yeniden yazmaktır" diyor. Bu mantıkla Antigone'den daha birçok oyuna kadar yeniden yazıyor.
Sonra patlayan savaş. Önce Danimarka, sonra İsveç, sonra ABD sürgünü. Derken tekrar Almanya ve eski Doğu Almanya'da zengin, şöhretli, çok kadınlı (ama kaç kadınlı...) bir hayat. Ve son oyunları. Hiçbir zaman savaş döneminde, o ateşin içinde yazdıkları kadar etkileyici olmayan oyunları.
Brecht'ten bugünün insanı ne alabilir? Bu soruyu politik görüşleri bağlamında sormuyorum. Zaten her zaman merak etmiştim. 1956'da öldü, 58 yaşında. Diyelim bir 20 yıl daha yaşasaydı ne yapacaktı? (Garip gelebilir ama görüşümde ısrar ediyorum: bu derecede yaratıcı insanlar 'işlerini bitirince' ölüyorlar. Veya, işlerini bitirdikleri için ölüyorlar. Picasso, Matisse çok uzun yaşadılar ve işleri hep yenilenerek devam etti. Hiç mi hiç kaderci değilim. Tersine bu görüşüm de 'maddeci' bir mantık içeriyor bana göre. Brecht de artık bir şey yapamazdı. Benzeri bir şey Nazım Hikmet için de geçerlidir ki, onun ölmeden önceki yapıtlarını hâlâ çok yaratıcı ve güçlü bulurum. Gene de üretiminin gövdesini tamamlamıştı.)
Kapitalist dünyanın karmaşık sorunlarını yaşayan insanın tiyatroda nasıl gösterileceğini merak ediyordu. Çıkış noktası buydu ve bu sorusunu 'yeni bir dünya ve bilinç' önererek yanıtlamaya çalıştı. Bugünün insanı artık bambaşka bir yerde duruyor. Gene de Brecht'in büyük arayışının, ahlaki ve siyasal sorgulamaların dışında ama onları da kapsayacak biçimde, hâlâ bugüne yansıtabildiği birçok perspektif olduğuna inanıyorum. Özellikle 'yabancılaşma' ve 'epik' kavramlarının bugün bizatihi gerçeklendiğini düşündüğüm bir aralıkta.
Üç Kuruşluk Opera'ya büyük hayallerle gitmeme rağmen aradığımı bulamayışım bu nedenledir. Bir kere yerim iyi değildi. En gerilerde, balkonda (ki, Ankara'da Fransız Kültür Merkezi'nde bilhassa o yeri seçerdim, neredeyse 90 derece dik balkonda, en arka sıra). İkincisi, çok değerli yönetmenine rağmen bu gerçeği algılayamamış bir yaklaşım vardı oyuna. Yabancılaştırma bir yana komiklik ögeleri fazla vurgulanmış, fazla şık, fazla 'güncelleştirilmiş' bir oyundu. Monologlar, sahne paylaşımı haddinden fazla uzundu. Üç saat oyun mu olurmuş, bugünkü dünyada diyeceğim ama meramını anlatamazsan bir oyun uzadıkça uzar.
Ne yapsam bilmiyorum ki, ben de oturup Brecht oyunlarını yeniden mi yazsam?
16 Mayıs 2016
İKSV ve Müzik Festivali
Bütün Türkiye'nin gözbebeği sayılması gerek bir kurum İKSV. Onlarla ne zaman buluşsam içim açılıyor. Mükemmel, iyi eğitimli, işini bilen, uygar insanlar. Tıkır tıkır işleyen bir mekanizma. Dünyanın en önemli sanat etkinliklerini o derecede bir tevazuyla gerçekleştiren bir ekip. SABAH'ın, Fecir Alptekin tarafından başlattığı bu kültür kurumlarıyla buluşmalar dizisi benim için bir vaha.
Bu defa 1 Haziran'da başlayacak Müzik Festivali'nin yöneticisi Yeşim Gürer Oymak'ı ve ekibini ağırladık. Ama yıllardır İKSV deyince benim için en önemli kişi olan Ayşe Bulutgil de (şu soyadının güzelliğine bakar mısın, zaten kendisi de 'bulutgillerden' sayılır benim için, o derecede zarif, nazik, yaratıcı) aralarındaydı. (Ah o hep gözden ırak, makineyi işleten asıl insanlar!...)
Bir mucize bu festival. Neler yok ki!... Murray Perahia var mesela, benim için o kadar önemli. (Akın'a ilk Bach'ları Andreas Schiff ve Perahia kayıtlarından dinletmiştim.) Sonra Maxim Vengerov. Evet, İstanbul'a geldi ama o da dinledikçe künhüne varılan kemancılardan. Sonra Alexei Volodin... Sonra Barok Orkestrası var, Beethoven Akademisi Orkestrası var. Daha neler, neler...
Fakat iki de büyük sürpriz var. Birincisi Yehudi Menuhin yüz yaşında. Menuhin Akademi Solistleri işte Vengerov'la çalacak. İlk festivalde de Menuhin çalmıştı. (Nasıl unuturum, Bakan İsmail Hakkı Tekinel açılış konuşmasını yapmıştı, bugün gibi gözlerimin önünde ve 44 yıl geçmiş aradan. Galiba ben de tarih oldum artık...)
İkincisi İdil Biret! Muhteşem Biret. Tam 75 yaşında. İnönü'nün kucağında, daha beş yaşındaki harika çocuk. Yıllardır büyük yeteneği, büyük hafızası ama mucizevi çalışma gücüyle neler kaydetmedi ki? En son Carnegie Hall'da çalmış. Ayşe Bulutgil gönderdi çıkan eleştiriyi okudum, cevizlerin en çetini Hindemith'i mükemmel yorumlamış. Bu defa da üç maraton gerçekleştirecek. Üç gün piyano çalacak...
Bu arada fotoğrafçı Ozan Sağdıç, ilk festivalde, büyük bir cehtle ve tamamen kendi girişimiyle sanatçıların resimlerini çekmiş. Onlar şimdi bir albüm. Albümde 44 yıl önceki Menuhin ve İdil Biret de var. +Ayrıca parklarda konserler var. Hafta sonları konserler var çeşitli bahçelerde. Bir de bir de mucizevi bir program var: Bir kiliseden ötekine geçerek bütün bir günü konserlerle doldurabilirsiniz. Muazzam!... Bu konserlere gideceğim. Bir tane da+ha var ki, ona gidemeyeceğim için yanıyorum. Ama hangisi olduğunu söylemem... Herkes kendisi bulsun kendi konserini bu mücevher masasından seçip...